27 Haziran 2011 Pazartesi

"TRABZONİTE" veya TRABZON ENFEKSİYONU...

Yahya DÜZENLİ
duzenliyahya@gmail.com


İnsanlar gibi şehirlere musallat enfeksiyonlar vardır. Her an enfeksiyon riskiyle karşı karşıya olan ve giderek yaşanamaz hale gelen modern zaman şehirlerinde “şehir enfeksiyon”ları o kadar yaygınlaştı ki, enfekte olmayan şehir neredeyse yok. İlginç olanı; bu enfeksiyonlarla yaşamaya şehir halkı da o kadar alıştı ki, enfekte hayat adeta sağlıklı hayat olarak algılanmaya başladı.

Şehirlerin de canlı birer organizmalar olduğunu düşündüğümüzde, enfeksiyonlara karşı duracak, onlara karşı doğal reflekslerini harekete geçirecek bir bağışıklık sistemine sahip olmaları gerekir.

Önce kısa bir enfeksiyon tanımı yapalım. Sonra başlığımızı niçin Trabzon Enfeksiyonu koyduğumuza değinelim.

Enfeksiyon; “Bakteri, virüs gibi mikroorganizmaların vücuda girerek yerleşmesi ve dokuların doğrudan doğruya bu canlıların varlığına ya da ürettikleri toksinlere karşı gösterdiği tepki… Bu canlıların vücuda girmesi sonucunda kişinin sağlığı bozulmazsa, klinik belirti vermeyen bir bulaşma veya enfeksiyon, eğer kişinin sağlığı bozulur ve klinik bulgular görülürse bulaşıcı hastalıklar söz konusudur…”

Bu tür “şehir enfeksiyonları”nın konu edileceği, analizinin yapılacağı en önemli şehirlerden birisi de Trabzon olsa gerek… Özellikle medeniyet şehirleri, kendilerini kuşatan medeniyet iklimi kaybolduktan ve şehirde mensup olunan o medeniyeti çağrıştıran ne varsa zaman içinde birer birer ortadan kaldırıldıktan sonra mahkûm oldukları “enfeksiyon”larla varlıklarını devam ettirmek zorunda kalıyorlar.

Sahip olunan “medeniyet değerleri”, şehir enfeksiyonlarına karşı bünyeyi koruyucu antikorlar olarak, yarı canlı da olsa bir süre varlıklarını sürdürüyorlar. Ancak şehrin dokusuna müdahale sonucu birden bakteriler, virüsler ortaya çıkmaya başlıyor. Bunlar da enfeksiyona sebep oluyor. Böylece şehir önceleri fark edilemeyen ama giderek yaygınlaşan “enfeksiyon”la ‘yaşamaya mahkûm’ hale getiriliyor.

“Trabzon enfeksiyonu” yeni bir hastalığın veya yeni bir virüsün, yeni bir bakterinin adı mı?

Uzun süredir var olan ancak adı henüz konulmamış, şehrin bünyesinde taşıdığı bir ‘enfeksiyon türü’… İlk ortaya çıktığında, şehir bakterilere karşı nispeten sterilize olduğu için fark edilmeyen ama bugün şehrin tamamında bulaşıcı etkisi hakim olan bir enfeksiyon türü… Ülkemizdeki tüm şehirler bu ‘bakteri’yi taşırlar ancak enfeksiyona düçar şehirlerimizin başında açık ara ile şehrimiz Trabzon geliyor.

Trabzon... Zihnini virütik etkilerden, kültürünü bakterilerin aşındırmasından kurtaramayan, hayatını bir mikrobiyolojik müzenin odaları arasında geçirmeye mahkûm edilmiş o güzel ve yalnız şehir... Benim şehrim.

Ne yazık ki Trabzon “futbol” denilen enfeksiyon türünün bünyeyi işgal ettiği bir şehir artık. Ona karşı vücut tepki vermek bir yana, bu “şehir enfeksiyonu”, vücudunun enfekte olmamış organlarına doğru hızla yayılmış durumda.

Bu enfeksiyonla şehrin sağlığı bozulmuş durumda. Bu konuda birçok klinik belirti var. Ancak, klinik belirti vermesine rağmen şehir hâlâ bu enfeksiyona karşı sağlıklı imiş görüntüsü vermeye çalışıyor. Klinik bulgulara bakılırsa birçok bulaşıcı hastalıklar şehrin bütününü sarmaya başlayacak. Depresyon, megalomani, değişik psikolojik bozukluklar, vs. vs.

Evet futbol şehrimizde “Trabzonite”ye, enfeksiyona dönüşmüş durumda.

Yeni doğan çocuktan yaşlılara kadar şehrimizin “Trabzonite”ye yakalandığına güncel bir örnek verelim de nasıl bir enfeksiyonla karşı karşıya olduğumuzu anlayalım.

Bu enfeksiyonu uygun düşecek bir vakayı dostumuz Arif Korkmaz anlattı.

“12 Haziran Genel seçimleri öncesiydi. Umreye gitmiştim. Bir gece tavaftan sonra, henüz Mescid-i Haram’dan çıkmadan kaldığım otele doğru yürürken, 75 yaşlarında yaşlı bir Trabzon’lu hemşehrimle karşılaştım. Telaşla sağa sola bakıyordu. Yaklaştım. “Ne oldu Hacı Efendi?” dedim. “Ayakkabılarımı bulamıyorum” dedi. Yardımcı olmak maksadıyla hangi kapıdan girdiğini, nereye koyduğunu sordum. Birlikte aramaya başladık. Ayakkabılarını bulduk. O arada sohbet açıldı. “Trabzon’da ne var ne yok, durumlar nasıl?” diye sordum. Yüzüme sert bir ifade ile bakarak “Vermeyeceğum” dedi. Ben de “Nereye vermeyeceksin?” dedim. Tekrar “kafam karişuk, vermeyeceğum.” Diye cevap verdi. “Hacı efendi nedir kafanı karıştıran şey?” dedim. “Ak Partiye oy vermeyeceğum.” Dedi. Ben de: “Vermeyebilirsin ama merak ettim, neymiş oy vermeyecek kadar kafanı karıştıran şey?”. Ciddi bir gerekçe bekliyordum yaşlı amcamızdan. Gene sert bir ifade ile bana dönerek “Habu Aleks’i çağirdi ya Başbakan. Onun içun vermeyeceğum.” Demesin mi? Şaşırdım kaldım. “Yahu herhalde şaka yapıyorsun, onun için mi vermeyeceksin? Bunun bir vebali var, iyi düşün amca” dedim. Otelimize doğru yürüdük. Ertesi sabah kahvaltı için otelin lokantasında tekrar yaşlı amca ile karşılaştım. Akşam konuştuklarımızdan etkilenmiş olacak ki beni görünce birden biraz daha yumuşak bir ifade ile: “Vereceğum ama gene kafam karişuk.” demesin mi?”

Arif beyin anlattığı bu olay aslında şehrimizin nasıl bir enfeksiyona yakalandığını, nasıl bir trajediyi yaşadığına canlı örnek. Mescid-i Haram’da bile 75 yaşında bir ihtiyarın zihnine kadar sirayet eden Trabzonite yâni futbol enfeksiyonu’nun etkisini düşünün! Şehrimizde bu ve benzeri örneklere mebzûl miktarda rastlamak mümkün. Ekonomiden siyasete kadar bütün bir şehrin bünyesini saran “Trabzonite”ye karşı geç mi kalındı, bilemiyorum.

Başbakan bile seçim propagandası için Trabzon’a geldiğinde ilk önce “Trabzonspor”la söze başlıyorsa, ol şehrin akıbetini siz düşünün.

Şehir organizmasında organların yerinden oynamış olduğu bir yana, organların tamamını saran “Trabzon enfeksiyonu”ndan kurtuluşun çaresi yok gibi. Kanserin en azında radyo terapi, kemoterapi gibi tedavi süreçleri var. Ama Trabzonite’nin yok. Erken teşhis edilmiş olsa bile yok. Ancak yeni bir “gen tedavisi” ile belki mümkün…

“Trabzonite” öyle bir enfeksiyon türü ki; bütün bir şehir halkında, bünyesel özellikler ne olursa olsun aynı etkileri gösteriyor, aynı tepkileri veriyor.

Eski bir Fars işkence usulünü hatırlıyorum. Bir alime işlediği bir suçtan dolayı ceza verdiklerinde cezası “bir cahille aynı odada belli bir süre kalmak”mış. Âlime verilecek en korkunç ceza aynı hücrede cahille bulunmak, konuşmak imiş.

Şehrimizin de kendi kendine verdiği en büyük ceza bu olsa gerek. Âlimiyle cahilinin, sanatçısıyla sıradan insanın aynı tepkiyi verdiği bir “vak’a” sadece “enfeksiyon” olabilir. Bunun adı da “Trabzonite”dir.

Bu virüsün imhası ve tekrar sağlıklı bir bünyeye dönüş zihnimizin koridorlarında saklı. İltihaplara karşı irfanımızın güvenli vadilerinde yeniden dolaşmaya ne dersiniz?

(Günebakış, 29 Haziran 2011)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder