14 Ocak 2013 Pazartesi

FİKİR ADAMI VE MİMAR ÜZERİNE… -Üstad Necip Fazıl ve Turgut Cansever-


 
 Yahya Düzenli
duzenliyahya@gmail.com

Büyük fikir ve sanat adamlarının ‘nazar’larına muhatap olmuş, onları özümsemiş, onlardan fikir süzmüş olanların aldıklarıyla meydana getirdikleri terkip eserlerine ve fikirlerine yansımıştır. Eskilerin bilgi ve irfan ölçmede “ne okudun?” değil “kimden okudun?” sorusu bu bakımdan önemli bir soru ve yönlendirici-yetiştirici işarettir.

Bu vesile ile, Üstad Necip Fazıl ile muhakkik mimar Turgut Cansever’e değinmek istiyorum.

Üstad Necip Fazıl, 1939 yılında 35 yaşında iken, dönemin önemli ve kudretli isimlerinden Maarif Vekili (Milli Eğitim Bakanı) Hasan Âli Yücel tarafından İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi Yüksek Mimarî Bölümü’ne Hoca (Öğretim Üyesi) olarak tayin edilir. Hasan Âli Yücel’in gözünde Üstad “hakkında her vasfın âciz kaldığı şâir”dir.

Mimarî’nin Üstad’ın zihninde ne kadar önemli olduğu şuradan bellidir ki; Üstad o yıllarda haftada iki gün İstanbul’dan Ankara’ya Devlet Konservatuarı ve Dil Tarih Coğrafya Fakültesine ders vermeye gitmektedir. Trenle gelip gittiği ve oldukça meşakkatli olduğu için bir gün Hasan Âli Yücel’in evinde aralarında şöyle bir konuşma geçer:

“-Siz beni profesör değil, trenlere kondüktör tayin ettiniz! Bıktım, haftada iki gün trenlerde gidip gelmekten…
-          Ankara’da otur öyleyse!...
-          Oturamam! Havası beni boğar.
-          Ne istiyorsun?
-          Meselâ İstanbul’da, Güzel Sanatlar Akademisi’nin Yüksek Mimarî kısmında bir kültür dersi…
-          Âlâ! Yapsınlar tayinini!”

Üstad’ın tayini yapılır. Bundan sonrasını Üstad’ın “Bâbıâli”sinin “Büyük Doğu’ya Doğru” bölümünden okuyoruz:

“Yüksek Mimarî bölümünde ilk dersine girince talebesine şöyle hitap etti:

-Siz mimar olacaksınız; yani fikri taşa nakşetme, şekil ve hacim nispetleri içinde yoğurma sanatı!... Bence (plâstik) sanatların en güzeli… O halde bu sahada fikir sahibi olmanız için, derinliğine, içtimai, ruhi ve daha nice şubeleri kaplayıcı bir irfanınız olmak lâzım… İşte bu gözle sizi, Tanzimattan beri gelen sahte inkılâplarımızın doğrudan doğruya mimarî plânında çizgileşen mânasını okumaya davet ediyorum. Eski şahsiyetli, içine kapanık Topkapı Sarayına bitiştirdikleri (Barok) ve (Rokoko) kantocu donu gibi dantelâlı Mecidiye Kasrı arasındaki fark… Bu kıyaslamayı size tahrir vazifesi olarak veriyorum. Bir hafta sonra isterim.”

Sınıfta bu konuşmayı yaptığı öğrencileri arasında rahmetli mimar Turgut Cansever de vardır. Cansever 18 yaşındadır.

Üstad’ın bütün bir “Şehir ve Mimari Davamız”ı ihata eden bu ödevine öğrenciler nasıl cevap vermişlerdir bilemiyoruz. Ancak Cansever’in bugün yayınlanmış hayatına, ortaya koyduğu mimarî tarza ve eserlerine baktığımızda, Üstad Necip Fazıl’ın “terkibî-sentetik hüküm” olarak hem temellendirdiği, hem de öğrencilerini bu yönde yönlendirdiği “tahrir vazifesi:ödev”ine ne cevap verdiğini tahmin edebiliyoruz. Cansever’in, Üstad’ın bir “medeniyet tasavvuru” olarak ortaya koyduğu “İdeolocya Örgüsü”nde ifadesini bulan “şehir ve mimari davası”nın inşacısı olduğunu söylemek isabetli olacaktır.

Cansever, Üstad’ın “Gençliğe Hitabe”sindeki “kim var?” sorusuna şehir ve mimaride “ben idraki”yle cevap verebilen yegâne muhakkik mimardır desek yeridir. Cansever’in fikir ve eserleri, Üstad’ın “Büyük Doğu İdraki”nin şehir ve mimariye tatbiki, yansımasıdır diyebiliriz.

Cansever tefekkür sahibi bir mimar olarak adeta Üstad’ın sorusuna Tanzimat dönemini “ülkeyi bir kasırga gibi tahrip eden mimarî yozlaşma” olarak ifade ederek şu cevap veriyor: “Osmanlı kültür tabakasının mimarlık mirası, bir savaşla değil, aşağı yukarı Tanzimat’tan itibaren Batı etkisine açılan Osmanlı ve Cumhuriyet dönemi “aydın(?)larının düşünce sistematiklerinin, inançlarının, dolayısıyla tercih ve yaşama biçimlerinin değişmesi sonucu yok edildi…”

“Ben, batıda yapılanların dışında durarak dünyanın önüne geçilebileceğine inanıyorum” diyen Cansever devam ediyor:

 “… Son 150 yıldır artan dış kültürel etkilerle, gittikçe daha hızlı bir şekilde tarihi mimari mirasımızın en ilginç üst tabakasını oluşturan sivil mimari eserleri büyük ölçüde tahrip edilmiştir. İstanbul, Bursa, Edirne, Kayseri, Konya başta olmak üzere bütün Türk şehirlerinde, Türk-Osmanlı kültürünün en önemli ve değerli ürünü olan konut stoku, şehirlere yeni biçim vermek ve modernleşmek sloganlarına feda edilmiştir. Yok edilen bu sivil mimari şaheserler hazinesinin yerine ise insanlık tarihinin en çirkin yapıları, mahalleleri inşa edilmektedir…”

Cansever, Üstad’ın hem yukarıdaki Güzel Sanatlar Akademisi’ndeki sorusuna, hem de 1944 yılında Büyük Doğu’da “Nerede bizim Şehrimiz?” başlığı altında yazdığı manifesto niteliğindeki yazısına bütün bir hayatı boyunca adeta cevap aramış ve vermiştir. Ancak, ne eser niteliğindeki cevapları, ne de feryatları “sağır kulaklar”ı, “görmeyen gözleri” ve “fehmedemeyen idrakler”i harekete geçirememiştir.

Üstad’ın “medeniyet tasavvuru” olan temel eseri “İdeolocya Örgüsü”nde “başlıca 11 dava”dan birisi olarak ifade ettiği “Şehir ve Umran Davası”nda çerçevelediği; “Büyük şehir, belde ve (Metropolis) hayatının topyekûn maddeszini, görülmemiş bir şahsiyet, asliyet ve hususiyet damgası içinde kalıplaştırma ve heykelleştirme işi…” nin idrakinde bir büyük muhakkik mimardır Cansever.

Ülkemizin “Kentsel Dönüşüm” şuh kahkahalarıyla büyük bir şehir ve konut seferberliğine girdiği bu aşamada, bu işin başta iktidar olmak üzere ilgililerine Üstad’ın “medeniyet tasavvuru” ve Cansever’in “şehir idrak ve inşası” hiç mi bir şey ifade etmiyor?

Fikir adamının “tasavvuru” ve bu tasavvurdan yola çıkan Cansever gibi muhakkik mimar’ların tasarımlarına kulak tıkayan Türkiye, “şehirlerini kaybetti” ve hem de “yerli” iddialı iktidar eliyle. Maalesef yeni “kentsel dönüşüm” hamleleriyle “kaybetmeye devam” ediyor…

Üstad mimariyi fikri taşa nakşetme, şekil ve hacim nispetleri içinde yoğurma sanatı!..” olarak tarif ediyor. Siyasî iradenin böyle bir derdi yok, bu konuda fikir ızdırabı çeken yok, yoğuracak mimar yok, ortada sadece şekillendirilmeyi bekleyen taş var.

Allah, şehirlerimize üşüşen bu istilâcılardan şehirlerimizi korusun!

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder