10 Eylül 2013 Salı

ŞEHRİN BOZULAN KİMYASI VE ŞİZOFRENİ..

Yahya Düzenli
duzenliyahya@gmail.com

Ehl-i irfan’ın ‘keşf’ ve ‘hiss-i kable’l-vuku’ ile bildirdiği bazı hakikatler vardır ki, bu hakikatleri açıkladıkları zaman sadece bağlılarının inandığı bir gerçeklik olarak kalırlar. Yâni, henüz vuku bulmamış bazı hadiseleri önceden hissetme-bilme-görme hassasıyla bazı tespit ve telkinlerde bulunurlar… Aradan yıllar, yüzyıllar geçtikten sonra bu hakikatlerin ortaya çıkışına şahit oluruz. Büyük ârif ve velîlerin yanı sıra insanın feraset ve basiretiyle ‘olanlardan’ hareket ederek ‘olabileceklere’ dair tespit ve yorumları da bu türden gerçekliklerdir. Ancak, ruhî melekelerimizi o derece kaybetmişiz ki bu realizasyon karşısında ne yazık ki tepki veremiyor, “hayret” bile edemiyoruz!

Çünkü hayret’te ‘derin’ bir insanî hissediş, duyuş ve kavrayış vardır.
Buradan yola çıkarak şöyle bir soru soralım: Yaşadığımız hayatın tecelli zemini olan şehir ‘yaşamamız gereken şehir midir, yoksa bizim yaşamaya mahkûm olduğumuz bir yer-mekân mıdır?’  Modern zamanların getirdiği büyük şehir kaoslarına rağmen yaşamaya devam etmek zorunda olduğumuza göre ‘mahkûm’lar olarak bu tip şehirlerde adeta bir ‘toplama kampı’ndayız. Yaşama irademiz elimizde değil. O derece kuşatılmışız ki rüya ve hayallerimize bile el konulmuş.

Böylece, özellikle bir zamanların ‘kimlik abidesi’ şehirlerimize musallat virüslerin yerleşip hakim unsur haline gelmesi ve giderek bünyeleşmesiyle teşekkül eden patolojik (kimliksiz ve kaotik) mekânların toplamına modern zamanlarda artık “şehir” diyoruz. Bu virüsler önce şehrin “gen”lerini bozuyor, sonra “hafıza”sını siliyor, sonra da artık ruhsuz kalan, hiçbir şey hatırlayamaz duruma gelen bünyeyi köklerinden beslenemez hale getirerek şehri kimliksiz hale getiriyor, kendisi olmaktan çıkarıyor. Hafıza kaybı sonucu şehirlerimiz “kim olduğu”nu unutuyor, kendine dair hiçbir şey hatırlayamıyor.
Şehrin de genetik özelliklere, biyo-psişik bünyeye sahip bir organizma olduğunu kabul ettiğimizde onun da tıpkı bir insan gibi biyolojik ve ruhî hayatının olduğunu görürüz. Mutasavvıfların insanı zaman zaman metaforik olarak “şehir”e benzetmeleri bu cümleden olsa gerektir.

Sebepler âleminin bir sonucu olarak şehir kuran ve yıkan insan olduğu gibi, insanı yaşatan ve kaosa sürükleyen de şehirdir. Yâni şehir ve insan birbirlerinin ihyacısı ve imhacısı gibi bir ontolojik işleve sahiptir.
Sözü büyük Velî Abdulhakim Arvasi Hazretleri’nin bugünün şehirlerinin bir cümle ile büyük fotoğrafını veren bir sözüne getirmek istiyoruz.

Diyor ki Abdulhakîm Arvasî Hz.leri: “Bir şehrin en azı 3 bin, en çoğu 7 bin hânedir. Yedibin hâneden çok olursa, hastalıklara ve ahlâkın bozulmasına sebep olur.”
Büyük Velî’nin bu ifadesinin karşılığı olarak modern zaman metropolleri mücessem bir şekilde karşımızda duruyor. Velî kaynaklı bu söz; şehirlerimizde büyümeyle birlikte yaşanacak kaosa dikkat çekerek, ‘insan ölçekli’ şehre vurgu yapıyor. Burada, ‘büyüme’nin “hormonlu” bir hal alması ve beraberinde getireceği ‘urlaşma’ ve bünye ifrazatına da gönderme vardır.

A.Arvasî Hz.lerinin bu sözünü mahfuz tutarak bir de Berlin Charite Hastanesi Psikiyatri Servisi Başhekimi Mazda Adli’nin “Büyükşehirlerdeki şizofreni riski”ne ilişkin yaptığı açıklamaları okuyalım. Adli’nin açıklamaları Büyük Velî’nin yukarıdaki sözlerinin adeta ispatı niteliğindedir.
Bir süredir büyükşehirlerin insanların ruh sağlığı üzerindeki etkilerini araştıran Mazda Adli, bu konuya odaklanarak  “şehirlerde yaşayan insanların kırsal kesimde yaşayan insanlara kıyasla şizofreni hastalığına yakalanma riskinin iki kat, depresyona yakalanma riskinin ise yüzde 25 daha fazla olduğu”nu araştırmalarında tespit ediyor. Adli, “Şehrin büyüklüğü arttıkça hastalık riskinin de arttığı”na dikkat çekiyor. Şehir ne kadar büyürse kişilik bölünmesinin de o derece artacağının tehlikelerine vurgu yapıyor. Bu bilim adamının tespitlerini destekleyen, modern zaman şehirlerinin insanları gerek ruhî gerekse de biyolojik hastalıklarla patolojik hale getirdiğine ilişkin daha birçok farklı araştırmalar, çalışmalar bulunuyor.

Şizofreni ve depresyon, insanı uğrattığı kişilik bozukluğu, parçalanma ve ruhî çöküntüyle çağımızın getirdiği en önemli ruh hastalıklarından birisi. Metropoller şizofren tipler üretmenin adeta atölyesi.
Abdulhakîm Arvasî Hz.lerinin “hastalık ve ahlâkın bozulması” ikazını yaptığı şehirler bugün hızla insanoğlunun helâkini hazırlıyor. Şehirlerimiz artık gelenin kimyasını, sağlığını korumuyor, aksine bozuyor; şizofreniyi ve depresyonu besliyor.

Eski zaman şehirleri insana hayat “bahş”ederken, modern zaman şehirler hayat “gasp” ediyor.
Şehirlerimiz insanı ihyaya değil ifsada memur adeta.

Büyük Velî’nin bu müthiş ikazını duyacak kulakları da kaybedeli epey oldu.
“Artık insanın ve şehrin helâk vaktidir” derken bile ürperiyoruz, ama çaresiziz. Hacı Bayram-ı Velî’nin “ben dahi bile yapıldım” dediği kadîm zaman şehirleri ve ruhu yok artık. Ne yazık ki modern zamanların “taş u toprak arasında” insanlığı hasta eden ve ahlakını bozan şehirlerine teslimiz.

Büyük velî ve âriflerin şehirlere ilişkin ikazlarına helakten önce kulak vermemenin bedeli yaşadığımız ‘huzursuz’luk olsa gerek.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder