3 Kasım 2013 Pazar

“ŞAPKA DEVRİMİ”(!)NE DOĞU KARADENİZ’DEN TEPKİLER..

Yahya Düzenli

Erken Cumhuriyet döneminin “Devrim Kanunları” arasında bulunan Şapka Kanunu, dünyada bir benzerine rastlanmayan bir kanundur. 25 Kasım 1925 tarihinde “Şapka İktizası Hakkında Kanun” ismiyle TBMM’de kabul edilen Kanunla milletvekilleri ve memurlara “şapka giyme mecburiyeti” getiriliyor, ‘şapka avansı’(!) veriliyor. Halkın bu kanuna aykırı davranması, muhalefet etmesi men ediliyor. 28 Kasım 1925 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren Şapka Kanunu, “İnkılâp Kanunları” arasında hâlâ varlığını korumaktadır.

Şapka Kanunu daha yürürlüğe girmeden birkaç ay kadar önce, dünyanın meşhur şapka üreticilerinden İtalyan Borsalino biraderler gemilere yükledikleri şapkaları İstanbul’a getirmişler birkaç gün içinde adeta bir çıkarma şeklinde ve satışa sunmuşlardır. Hatta şapka çeşitliliği o kadar artmıştı ki İngiltere’den de gemilerle fötr ve panama kasketleri getirilmiş, buna rağmen ithal şapkalar yetmeyince yerli üretime (!) geçilmiştir. Ödeme zorluğu çeken memurlara bir yıl vadeli olarak “şapka avansı” verilmiş, hatta Diyanet İşleri Reisi Rıfat Börekçi, kuruma gönderdiği genelgede din görevlilerinin de mutlaka şapka giymeleri gerektiğini, bunun için verilen avansın yükseltileceğini bildirmiştir. 

Milletin tarihî damarlarıyla bağını koparma uygulamalarından birisi olan Şapka Kanunu, sonuçları bakımından en korkunç operasyonlardan birisidir. Rejim tarafından şapka giymediği bahanesiyle idam edilen masum ve mazlumları -sözde- yargılayan İstiklal Mahkemeleri gibi bir yargı aygıtına dünya tarihinin hiçbir döneminde rastlanmamıştır. Ortaçağ’da Batı’nın Engizisyon Mahkemelerinde bile rastlanmayan bu yargılama ve verilen kararlar ve “ne pahasına olursa olsun inkılapları yerleştirme” operasyonlarından biri olan ‘şapka kanunu’ yakın tarihimizin en korkunç, en dramatik, en dehşetengiz sayfalarından birisidir.

Bu dehşetli sayfaların en önemlisi İstiklâl Mahkemesi’nce “Frenk Mukallitliği” isimli eseri bahane edilerek “şapkaya muhalefet” suçundan 4 Şubat 1926 günü idam edilen Büyük Şehid İskilipli Atıf Efendi’dir. “Şapka Kanunu”na karşı Amasya, Erzurum, Giresun, Gümüşhane,  Kırşehir, Samsun, Tokat, Maraş, Sivas, Kayseri, Konya ve Rize başta olmak üzere birçok şehrimizde direnişler olmuş ve bu direnişler gerekçe gösterilerek idamlar gerçekleştirilmiş, “inkılap terörü” estirilmiştir.

Üstad Necip Fazıl’ın “Türk’ün şahsiyet cevherine kıyılmak istenişi” olarak nitelediği ve “Şeyh Said hadisesinin hemen arkasından başlayan ve lâiklik teranesiyle devam eden İslâm’ı kazıma hareketi hiçbir fikrî, ilmî ve hukukî tepkiye çarpmadı. Basit halk infialleri ve onların doğurduğu, küçük, fakat bütün memleketi üç ayaklı sehpalarla donatıcı direnişler müstesna…” şeklinde özetlediği şapka direnişleri rejim sahiplerini ciddi biçimde ürkütmüştür. 

Rejim kurucularının ‘isyan’ olarak nitelediği ve diğer inkılap kanunlarına gösterilen tepki gibi, Şapka Kanunu’na direnişin temelinde de yeni bir uygarlık zorlamasına karşı, ait olduğumuz medeniyet temellerimizden kopmama tavrı vardır.

Kadîm bir dostum’un Emin Garbi Arvas’tan bizzat dinlediği bir olayı anlatmak istiyorum: Şapka Kanunu çıktıktan sonra Abdulhakîm Arvasî Hz.lerini ziyarete giden bir grup “Doğudaki medrese alimleri de artık şapkanın adet olduğunu söylüyorlar” demeleri üzerine Abdulhakîm Arvasî Hz.leri’nin verdiği cevap müthiştir: “Demek ki artık doğudaki alimler de alâmetle âdet arasındaki farkı ayırt edemeyecek dereceye düşmüş.”

İNÖNÜ,  BEDİR AĞA VE ŞAPKA..

Bu konuda İsmet İnönü’nün hatıralarında anlattığı bir olay da oldukça manidardır:

Meclis’te İsmet İnönü’yü ziyaret eden Adıyaman Rişvan Aşireti Reisi (Mustafa Kemal’in naspetmesiyle Birinci ve İkinci mecliste Malatya Milletvekilliği yapan, Dengir Mir Mehmet Fırat’ın dedesi) Hacı Bedir Ağa oldukça sıkıntılı bir haldedir. Durumu farkeden İsmet Paşa “Bir derdin mi var” diye sorduğunda Hacı Bedir Ağa: “Bu kadar uğraşıp çalışıyorsunuz, demiryolları yapıyorsunuz, halk bundan çok memnun fakat yine de hakkınızda çok insafsız şeyler söylüyorlar.” İnönü Hacı Bedir Ağa’ya “ne diyorlar, hırsız mı diyorlar” diye sorar. Hacı Bedir ağa Çok daha fenasını söylüyorlar. Bunlar adama şapka bile giydirirler diyorlar, bunu bile söylüyorlar” diye cevap verir. İnönü devamla “Hacı Bedir Ağa’yı pek az zaman sonra şapka inkılabının ilk günlerinde bir melon şapka ile gördüm” diyor.
Bu kısa izahattan sonra; önce “Şapka Kanununa Muhalefet”in Rize boyutunun bir özetini Üstad Necip Fazıl’dan okuyalım, sonra da Kanundan 15 yıl sonra (1940) CHP iktidarının ceberrut döneminde Trabzon Belediye Meclisinin 14 Şubat 1940 tarihli toplantısında konu olan “kahvehanelerde başı açık oturma”ya ilişkin traji-komik bir tartışmayı aktaralım. Arkasından da Osmanlı’nın son dönem büyük âlim ve âriflerinden Trabzon/Of’lu Hacı Ferşat Efendi’nin şapka ile ilgili yörede bilinen tartışmasını söz konusu edelim.

RİZE’DE ŞAPKA KURBANLARI…

Tarih 15 Aralık 1925… Yâni Şapka Kanunu’nun çıkışından yaklaşık bir ay sonra… Rize’de 143 kişi İstiklal Mahkemesi’nce bir gün içinde göstermelik bir yargılama ile mahkûm ediliyor. Ondört kişiye 15’er yıl, yirmi iki kişiye 10’ar yıl, on dokuz kişiye 5’er yıl ağır hapis cezası veriliyor. Geri kalanları ise işkence ve para cezasına çarptırılıyor. 8 kişi ise Rize Ulu Cami’nin önünde kurulan darağacında idam ediliyor. Bu durum, Kanuna muhalefet etmenin suçu “Hükümetin tespit eylediği kıyafeti gayri kıyafet iksa edenler (giyenler) üç aydan bir yıla kadar hapis edilirler.”  olmasına rağmen idam verilmesi, İstiklal Mahkemelerinin devrimler adına dağıttığı adaleti (!) göstermektedir.

Üstad’ı dinliyoruz:

“Güneysu nahiyesi… Sabit Tarakçıoğlu adında gayet itibarlı, kafası ilim ve kalbi vecd dolu bir vâiz halka hitap ve şapkanın din gözünde mahiyetini izah etmekte… Heyecan… Câmiden çıkan yığın soluğu karakolda alıyor.

Karakolda onbaşı halka “Ben de sizdenim!” diyor ve başındaki şapkayı yere çalıyor. Ne hazindir ki, İstiklal Mahkemesi gelince direnişçileri tek tek haber veren ve kimi gösterdiyse asılmasına sebep olan ve Mahkemece lûtuflandırılan bu alçaktır.

Güneysu ahalisi Rize istikametinde yürümeye koyuluyor. Yolda bazı nasihatçıların tesiriyle kalabalık zayıflıyorsa da civar köylerden bazı katılmalarla yine dolgunca çapta il merkezine varıyor. Vali Hurşit telgraf başında:
-Rize ayaklanmıştır! Sür’atle tedbir!...

Halbuki bütün suçu “şapka giymeyiz!” demekten ibaret ve her türlü fiili isyan davranışından çekingen kalabalık, çoğu seyirci ve körü körüne katılmış 80-100 kişi…

Ankara telâşta… Bir zamanların kahraman Hamidiye’si şimdi Rize önünde ve kahramanlık toplarını havaya ateş etmekle göstermekte… İstiklal Mahkemesi de tezgâhını kurmuş, dirhem kefesi yere mıhlı adalet terazisini dengelemekle meşgul…

8 idam kararı… Vâiz Sabit Tarakçıoğlu, Mehmed Peçe, Arslan Peçe, köy muhtarı Yakup Peçe, köy bekçisi Kadir Koliva, Hafız Şaban Koliva, Hasan Külünkoğlu, Mahmut Kamburoğlu…

Sabit Hoca o gece mahkûmları uyandırmış:
-“Kalkınız, abdest alınız, namaza duralım! Birkaç saat sonra Rabbimize kavuşacağız!”

diye haykırmıştır. Birkaç saat sonra Allah’a kavuşacaklarını bilenlerin bir müjde saadeti içinde kıldıkları namaz…

Asılanları deniz kenarında, rastgele atıldıkları çukurlar içinde kumluğa gömüyorlar… Yakınları tarafından cesetleri çalınmasın diye de başlarında süngülü nöbetçi bekletiliyor. 3-4 ay sonra gece çıkartılmak şartıyle, ailelerine, cesetleri almak müsaadesi çıkıyor.

Çukurlar açılınca meydana çıkan müthiş manzara: Hiçbir ceset çürümemiş ve hepsinin gözü Kıbleye doğru…

Cesetleri kilimlere sarıyor, sırıklara takıyor ve köylerine götürüp gömüyorlar…”

Üstad Necip Fazıl, bu korkunç katliamı anlattıktan sonra şunları da ekliyor: “Arka arkaya, kilimlere sarılı ve sırıklara takılı 8 cesedi, gece karanlığında, destanlık hayaletler gibi öz topraklarına taşıyan köylüler… Hakikati bilselerdi, nur mayasından yoğrulu bu cesetleri kilimlere sarıp taşıyacakları yerde, o kilimlerin içinde olmayı tercih ederlerdi…”

Cumhuriyet Gazetesi ise, halkın şapka muhalefetini “isyan” olarak verir ve 30 Aralık 1925 tarihli nüshasında idam edilen 8 kişinin fotoğraflarını yayınlar. Altında da şu manşet yer alır: “Rize’den matbaamıza yazılıyor: Köy İmamlarının ve bazı mürtecilerin teşviki ile 25-26 teşrininde başlayan isyan, Cumhuriyetin azm ve savleti neticesinde süratle bastırıldı.”

Şair Arif Ay “Rize” isimli şiirinde bu vahşi tabloyu anlatır:
“………………..
rize, bir sabah güneysudan
çayın filizinden, fındığın çiçeğine geçen
bir yangınla uyandı
dediler, bir yanımız dağ
kuşları talan
deniz bir yanımız, oysa o
ağımızı elimizden alandı

karadeniz köpürüp yıkılan küheylandı

yıl bindokuzyüzyirmialtı
aylardan şubattı
güneysudan sekiz adam
yağmur nasıl yağarsa rizeye öyle çoğalan
ağacı kökünden, insanı yüreğinden
yaşamı en alıcı yerinden
vuran birine karşı
karadenize sel olup aktı

kış harap, yaz hoyrattı
yağmurun hüznü
susuşun çok şey anlattı

güneş yitik
biz buna ölüm demedik
martı ve tay iki ürkek
bir de gece, kıyıda ışıldayan kürek
gömülür kumlara sekiz can
……..
ete kemiğe bürünür bir gün
yürür bu kan, kurulur zaman”

OF’LU HACI FERŞAT EFENDİ VE MUSTAFA KEMAL

Gelelim Trabzon’da yaşanan ve yöre insanının hafızasında hâlâ var olan, anonim hale gelmiş önemli bir hadiseye… 88 yıl sonra hafızalarımızı tazeleyerek bu önemli hadiseyi bir kez de biz aktaralım.

Şapka Devriminden bir süre sonra Trabzon’a gelen Mustafa Kemal’e Of’lu Hacı Ferşat Efendi adında bir din âliminin şapka giymemekte ısrar ettiği söylenir. Mustafa Kemal, özel bir şapka hazırlatır ve Hacı Ferşat Efendi’nin huzuruna getirilmesini emredir. Hoca alelacele derdest edilerek huzura çıkarılır. Şapkayı Hacı Ferşat Efendi’nin başına koyar ve:

-Hoca Efendi, sen şimdi gâvura mı benzedin?, diye sorar. Hoca gayet sakin “hayır” diye cevap verir.
Sonra aynı şapkayı bu kez kendi başına koyan Mustafa Kemal,
-“Peki, ben gavura benzedim mi?” der.
Hacı Ferşat Efendi, başını sallayarak “Evet” anlamında mukabelede bulunur. Bunun üzerine Mustafa Kemal, hayretle;
-“Nasıl olur, bir serpuşun şer’i hükmü bir baştan diğerine değişir mi?” der.
Hacı Ferşat Efendi şu cevabı verir:
- Ben şapka giymeye zorlanıyor ve kerhen giyiyorum. Size gelince, devletin başısınız ve hiçbir mecburiyetiniz yokken giyiyorsunuz. Serpuş aynı olsa da durum farklı ve dolayısıyla hüküm de farklıdır.”

TRABZON BELEDİYE MECLİSİ’NDE 1940 YILINDA ŞAPKA TARTIŞMASI…

Şimdi de “Şapka Devrimi”(!)’nden 15 yıl sonra, İnönü dönemi CHP’sinin Trabzon Belediye Meclisi’ndeki bir tartışmayı aktaralım.

14 Şubat 1940 tarihli Trabzon Belediye Meclisi Zabıtnamesi’ne aynen geçen “kahvehanelerde baş açık oturmak” konulu tartışma, devrim kanunları ve uygar yaşama adına şahsiyet komedilerinin nerelere vardığına önemli bir belge niteliğindedir.

Belediye Meclis Tutanağından okuyoruz:

“Başkan: Bu takriri Hayrettin Bey arkadaşımız tavzih etsinler, dedi.

Hayrettin Atakol: Evvelce fes kullanıyorduk şimdi ise şapka kullanıyoruz. Hiç şüphesiz ki bunu yapmakla beraber medeniyete bir adım daha yaklaşmış bulunuyoruz, nasıl ki makamata ve devaire girdiğimiz zaman başımızı açıyoruz kahvehanelerde de bu usulün tatbiki lazımdır.

Zekeriya Kefeli: Bu şapkayı camilerde baştan çıkarmayı dine mugayir addediyorlar halbuki hiç de böyle değildir. Nasıl ki başımızı büyüklerimizin yanında açıyoruz böyle dini yerlerde ve umuma mahsus mahallerde başların açık bulunması taraftarıyım dedi.

Şevki Savaşçı: Benim söyleyeceğim sözler saçımın beyaz olması dolayisiyle eski bir kafa sözü olarak telakki edilmemesini rica ederim. Ben birçok ecnebi memleketlerde bulundum. Bu çok medeni olan memleketlerde daima resmi yerlerde başın açıldığını gördüm. Fakat kahvehanelerde ve gazinolarda böyle bir mecburiyete tesadüf etmedim. Bu herkesin şahsi terbiye seviyesi meselesidir.

Hayrettin Atakol: Bendeniz de Şevki beyin anlattığının aksi olarak bir vaka zikredeceğim. Biz Bakü’de esir bulunduğumuz zaman başlarımızda papak olarak oturuyorduk. Kahvedeki diğer müşteriler, kahvehanede böyle oturulmaz başlarını açsınlar diye bizim için kahveciye şikayette bulundular. Kahveci de bu müştekilere bizim için, bunlar Türk’türler an’ane ve adetleri böyledir söyleyerek başımız kapalı olarak oturmamıza müsaade ettiler. Demek ki, Avrupa’da bu adetmiş.

İbrahim Ertekin: Arkadaşlar, Hayrettin bey mühim bir esasa temas ettiler. Buyurdukları bu işin Trabzon’da tatbiki daha çok uzun zamana mütevakkiftir, bendeniz de birçok ecnebi memleketler gezdim. Buralarda bile böyle bir mecburiyet yoktur. Ve bugün için bu işin burada tatbiki çok güç olur, hem bizim kahvelerimiz sıhhî değildir.

Hayrettin Atakol: İbrahim bey arkadaşımız buyurdular ki kahvehanelerde gayri sıhhî vaziyet vardır, halbuki bu iş alışkanlık işidir. Bendeniz de evvelce başımı açtığım zaman rahatsız olurdum fakat sonradan daimî açınca alıştım.

Ali Rıza Işıl: Arkadaşların maksadı fennî ve sıhhî vaziyet değil de medeni kisveyi nazarı itibare alarak bu takriri vermişlerdir, dedi.

Çevdet Akçay: Takrir sahibi arkadaşlarımız bu takriri bir maksada mebni vermişlerdir. Benim kanaatıma göre birinci sınıf kahvehanelere, bu işin tatbiki için hususi mahiyette tenbih edilir ve şimdilik bu şekilde bu işe bir yol açmış oluruz. Benim düşüncem bu merkezdedir.

Tevfik Yunusoğlu: Bu işin burada kabiliyeti tatbikiyesi yoktur. Bu usul ne bizim İstanbul, Ankara ve İzmir gibi oldukça medeniyete daha evvel ulaşmış şahirlerimizde ve ne de Avrupa şehirlerinde böyle bir şey olduğunu işitmedik, hem bizim memleketimizde birinci sınıf addedilecek kahvehanemiz de yoktur, anın için bu işin şimdilik burada tatbikine imkan yoktur.

Şevki Savaşçı: Ben istiyorum ki vereceğimiz karar müessir olsun ve tatbik kabiliyeti bulunsun. Kabiliyeti tatbikiyesi olmayan işlerle meşgul olmamız doğru değildir.

Başkan:  Arkadaşlar, takririn bu maddesi üzerinde hayli söz söylendi, tenevvür edildi kanaatindeyim. Takririn bu maddesini kabul edenler, kabul edilmedi.”

“İnkılâp Kanunları: Devrim Yasaları” adına fütursuzca ne cinayetlerin, ne komedilerin şehirlerimizde bir kasırga gibi estirildiğini gösteren Rize ve Trabzon’daki bu vahşet ve komedilerin kaynağı olan 1925 tarihli “Şapka İktizası Hakkında Kanun” hâlâ mer’idir, yürürlüktedir…

Biz de bir teklifte bulunalım: Öncelikle tüm milletvekillerini ve devlet memurlarını bu Kanunun gereklerini yapmaya, yâni ŞAPKA GİYMEYE çağırıyoruz (!) Aksi halde KANUNA MUHALEFET suçundan yargılanmaları gerekir! Halkın büyük çoğunluğu da şapka giymeyerek bu Kanuna halen muhalefet etmektedir(!) Ya 88 yıl önceki bu ve benzeri “İnkılap Kanunları”nın kaldırılması veyahut da uygulanması gerekir (!) Zira kanun Devletin namusudur, gücüdür, devlet olmanın mütemmim cüz’üdür.

Ayrıca Şapka Kanunu'na muhalefetten hüküm giyenlerden gıyabında özür dilenmelidir. Ve bu özür Dersim katliamından dolayı dilenen özür kadar elzemdir. Yakın tarihin tüm devrimleri ve siyasî olayları gibi Şapka Kanunu da yeniden ele alınmalı, vakıa bütün yönleriyle aydınlatılmalıdır.

Erken Cumhuriyet döneminde muhalefetiyle öne çıkan Trabzon, Rize ve diğer Doğu Karadeniz şehirlerinin sadece şehir katliamı (urbisite) değil; düzmece tertipler ve İstiklal Mahkemeleri marifetiyle “İslâmî ruhu”nun yok edilmesine ilişkin nasıl bir insan katliamına maruz kaldıklarına ilişkin yukarıdaki örnekler üzerinde yeniden düşünmek gerekiyor.

Tarihî hafızasını kaybeden şehirler, beyin felcine maruz alzheimer’lı bir hasta gibi sadece biyolojik varlıklarını sürdürürler.

Üstad’ın mısrasını hatırlıyoruz: “Bir şapka, bir eldiven, bir maymun ve inkılap!


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder