14 Temmuz 2015 Salı

Yeni Oryantalist proje: “KUR’AN MÜSLÜMANLIĞI!”

Yahya Düzenli
duzenliyahya@gmail.com

Edward Said “Oryantalizm” isimli eserinin alt başlığında oryantalizmi “sömürgeciliğin keşif kolu” şeklinde tanımlıyor. Bir kültür tarihçimiz de oryantalizm için “aydınlarımızın zihnini kuşatan vahim bir ideoloji” diyor.

Oryantalizm, erken döneminde öncelikle Batının Doğu imajı veya hayalî bir Doğu imal ve icadı, İslâm’ın başta itikad olmak üzere, temel kavram ve kurumlarının bağlamından koparılarak yorumlanıp, yeniden İslâm düşüncesine ihraç edilmesi amacıyla projelendiriliyor. İslâm’ın kadîm ilim, irfan, kültür ve medeniyet birikimi ve sahih geleneğini tahrife yönelik bir proje…

Osmanlı sonrasında Mısır başta olmak üzere Ortadoğu’daki fikir temelli “arayış”lar, kendi referanslarından kaynaklanan bir “tecdid” yerine, tam aksine, kendi kaynaklarını red ve rasyonalist bir yaklaşımla reformist anlayışlara saplandı. Bu kompleks ve saplantıyla, kendilerine sunulan oryantalist proje, kendi kavram ve meselelerine yabancılaşan İslam dünyasının bazı ilim adamı ve aydınlarınca kabullenip sahiplenildi.

Tarihî arka plânında ise… Kendilerine İbn-i Teymiyye kaynaklı referanslar da bulan bu rasyonalist/reformist çıkışlar, Muhammed Abduh, Cemalettin Afgani, Reşit Rıza ve takipçileri vasıtasıyla ehl-i sünnet itikadını ifsad etmek yolunda konjonktürel bir yayılma alanı bulmuştu.

Edward Said’in kitabında L. Massignon’dan aldığı şu söz, oryantalizmin çıkışından günümüzdeki uzantılarına kadar etkisini ve amacını ifade ediyor: “Onların her şeylerini tahrip ettik. Felsefeleri, dinleri mahvoldu. Artık hiçbir şeye inanmıyorlar. Derin bir boşluğa düştüler. Anarşi veya intihar için olgun hale geldiler.”

Üstad Necip Fazıl, bu bağlamda “Doğru Yolun Sapık Kolları”nda şu tespiti yaparak konuyu çerçeveliyor ve açıklık getiriyor: “İşte, 19. Asrın başlarında İslâm’ın Doğru Yolunu sapık gösteren halimiz! Artık İslâm’a karşı kaynağı sadece Hristiyanî bir (emperyalizm) davranışı başlar..

Bu hale mukabil memlekette, üstün inanışlar planında, ruh ve maddeyi fethedici bir tefekkür platforması üzerinde, evvela İslam’ı arındırıcı sonra onu iş ve harekette nakışlandırıcı bir şahlanış gösterilmesi yerine, mahkûmun cellâdına aşık olması gibi, (mazohist) bir zebunluk ruhiyeti başını alıp gider ve bu (mazohist)ler Batıdan yedikleri tokadın acısını İslâm’dan çıkarmaya koyulurlar. Ve asla tutmaz ve kaynak kabul etmez iki dünya arası bir muvazaa tertibiyle her tarafa ayrı tavizler verme kolunu teşkilatlandırırlar ki, bu kol sapıklar arasında en öldürücü ve içinden boğucu olanıdır…”

XIX. ve XX. Yüzyılda altın çağını yaşayan ve İslâm dünyasında yoğunlaşan bu oryantalist salgının başarısının temelinde oryantalizmin mallarının yerli taşeronlar eliyle pazarlanması yatıyordu. Büyük proje için yerli işbirlikçi zihinler bulan oryantalizmin işi büyük ölçüde kolaylaşmıştı. Çünkü XI. Yüzyılda başlayan Haçlı seferlerinden büyük ölçüde sonuç alamayan Batı, bu kez Fanon’un deyimiyle “siyah deri beyaz maske” ile yerli oryantalist ortaklar bulmuştu.

Tanzimatla açılan kapıdan zahmetsizce giren Batının virüsleri (modernlik adına sahih geleneğe açtığı savaşta) özellikle ve ısrarla itikadî bünyemize musallat oldu. Ancak, bünyenin sıhhati kendilerine yayılma alanı vermedi ve ifsatları lokal kaldı.

Gene Üstad Necip fazıl, İdeolocya Örgüsünde  “Yeni Müçtehid Taslakları” başlığı altında bunların ifsatlarına işaret ediyor:

“Biz bu dâva peşinde, som iman ve bu som imanın bütün kâinatı kuşatması için gerekli som fikriyat cephesinden, “Allah” demenin bile yasaklandığı bir hengâmede, som küfre karşı hareket eder ve yaptığımız işi şakaya benzetemeyip kakaya alanların türlü cevr ve cefası altında inlerken, birdenbire gördük ki, o güne dek tahtakurusu sürfeleri gibi karyola tahtalarında saklanan ve ortaya çıkamayan birtakım sözde Müslümanlık gayretkeşleri kasa açılmaya yüz tutunca yuvalarından fırlamış, ardımızı tutmuş ve dâvamızı helâk edebilecek bir iklim yuğurmaya başlamıştır.

Bunlar, son yılların yeni müctehid taslaklarıdır ve bazı İslâmî öğretim müesseselerinden bazı dergilere, kitapçılara ve kitabevlerine kadar sirayet yolundadır. İşleri de İslâm’ı küfre karşı savunma değil, farkında olarak veya olmayarak kendi içinde bozma, lekeleme ve çürütme… Küfür cephesinin şaka diye alacağı ve gülümseyerek yol vereceği bir iş, bu…”

Günümüze geldiğimizde ise…

Onuncu sınıf kopya oryantalist tezler veya malumatfuruşluklar diyebileceğimiz “tekerleme”lerle önceleri Ankara ve İstanbul İlahiyat Fakültelerinde, bazı dergi ve yayın organlarında kümeleşen bu oryantalist işportacılar, kurtçukların mevsim şartlarının üremelerine müsait olmalarından dolayı yuvalarından çıkmaları gibi bu kez Anadolu’da açılan üniversitelerin İlahiyat Fakültelerinden de ifrazat dökmeye başladılar.

Günümüzde piyasaya sürülen Yeni Oryantalist Projenin ana ekseni ve yörüngesi sahih ehl-i sünnet itikadını ifsat ve yatağından saptırmak… Bunun keşif kolu ve taşeronu da yerli İlâhiyatçılar…

Günümüzün oryantalist işportacıları İslam itikad tarihinde ne kadar sapık yol varsa (Cebriyye, Cehmiyye, Kaderiyye, İbahiyye, Mürcie, Keramiyye, Müşebbihe, vs. vs.) modern zamanlarda (kozmopolitizm, çoğulculuk, demokrasi, heterodoksi, vs. adına) hepsinin sentezinden yeni bir kol olarak günümüzde tecessüm ediyor. Özellikle kendilerine en uygun ifsat vasıtası buldukları TV’lerde her gün “Kur’an Müslümanlığı” adı altında ifsat ve ifrazat kusan bu oryantalist işportacıların öfke, ihtiras ve şehvetleri o derece köpürüyor ki; İslâm’ın bütün sahih kaynaklarına hücumda birbirleriyle yarışıyorlar!  

Ramazan ayı geldiğinde oldukça münbit bir zemine yelken açan bu oryantalist işportacılar, İslâm itikad zemininde hiçbir tartışma götürmeyecek bir bedahette olan meselelere, örneğin; Ramazan’da imsak vaktinden teravih namazına, Hz. Peygamberin miracına ve daha birçok konuyu tartışmaya açıp “orijinal bir hazine keşfetmiş” sömürgeci iştah ve sinsiliğiyle boy gösteriyorlar. Tam da batının oryantalist makasında tutmak istediği türden ‘kukla’ görevi yürütüyorlar.

Büyük oryantalist projenin zihinlerini iğfal ve işgal ettiği “zaman ayarlı sömürge uleması”nın görevini yerine getirdikten sonra artık nehrin kenarına atacakları idrakler bu türdendir.

Bu yerli oryantalist işbirlikçilerin de çabalarıyla günümüzün genç neslinin “ehl-i sünnet itikadı” diye bir hassasiyetten koparılması projenin temel ayaklarından birisiydi ki, bunu kısmen başardılar. Çünkü eski ve yeni neslin İslâmî derinlik ve kavrayıştan mahrum olması sebebiyle günümüzde TV oryantalistlerinin şehevî ve transparan söylemlerinin çekiciliği nisbî de olsa  etkili olabiliyor.

Genç nesle itikadî zehirlerini “Kur’an Müslümanlığı” altında zerkeden bu oryantalist işportacılar ne yazık ki siyasî iktidarın sesi ve ona yakın kanallarda ısrarla zehir akıtmaya devam ediyorlar. 

İslâm’ın nezih ve steril bünyesine sinsi bir virüs gibi girme aşamasından küstahça saldırı aşamasına geçen oryantalist “KUR’AN MÜSLÜMANLIĞI” projesi, 19. yüzyıl oryantalizminin günümüzdeki itikadî versiyonudur.

Doğrudan söyleyelim ki, bugün kendi “heva ve heves”lerini “KUR’AN MÜSLÜMANLIĞI” kamuflâjıyla perdeleyen oryantalist yerli misyonerlerin hezeyanları ÇAĞIN VEBA’sıdır ve tek hedefi EHL-İ SÜNNET İTİKADI’nı ifsat etmektir.

Farkında olarak veya olmayarak bu ifsat projesinin taşeronluğuna soyunan çok sesli ifsat korosunun bilmesi gereken şey; cinnet halinde müptela oldukları KUR’AN MÜSLÜMANLIĞI garabeti Batının orijinal oryantalistlerinin bile başaramadıkları büyük projenin taşra versiyonudur. “İslâm’ı nakış gibi kalbinde değil, tasma gibi boynunda taşıyan nasipsizler”in  “tazyi-i nefes”leri sadece kalemlerini ve çenelerini yormaktadır.

Boşuna çabalıyorlar…. Çünkü tarih boyunca kaynakları İbn-i Teymiyye başta olmak üzere ellerine su dökemeyecekleri çapta suyun ‘öte yaka’sındaki avcıları bunlardan çok daha galiz biçimde ifrazat dökmüştü. I.Goldziher, M.Watt, P.Hitti, E.Renan, R.A. Nichkolson,  Massignon, W. Gibb, B.Lewis gibi.. Yâni, yerli oryantalist taşeronlar ne kadar çabalarsa çabalasınlar hiçbir orijinallikleri bulunmuyor. Orijinlerini borçlu oldukları kaynaklar zaten söyleyeceklerini söyleyip, yapacaklarını yapmış ama ehl-i sünnet itikadını tağyir ve tebdil edememişlerdir.

Oryantalizmin bir proje olarak ortaya çıkmadan önce sahih ehl-i sünnet itikadına yönelik örgütlenmiş biçimde yapılan saldırılara karşı başta İmam-ı Rabbani, İmam-ı Gazali olmak üzere birçok İslâm büyüğü alim-mutasavvıf ehl-i sünneti müdafaa etmiş ve dokunulamaz bir hisar olarak çerçevelemiştir. Çok daha sonraları Mısır’da Mustafa Sabri Efendi oryantalist reformcuların tutarsız tezlerini reddederek çürütmüştür. 

Ülkemizde ise 1940’lı yıllardan itibaren Üstad Necip Fazıl bunlara karşı doğrudan cephe almış ve başta Büyük Doğu mecmuası olmak üzere, “İdeolocya Örgüsü”,  “Doğru yolun sapık kolları” ve birçok eserinde bu ifsat cereyanlarını ele almış, sapıklıklarını ortaya koymuş, temsilcilerini mahkûm etmiştir.

Üstad’ın “Bir şeyin vücut bulması, özünü zıtlarından tasfiye etmesi, bu cehdi hiçbir ân kaybetmemesiyle kaim” diyerek ölçüleştirdiği bu tavır, bugün ve tüm gelecek zamanlar boyunca takip edilmesi ve yerine getirilmesi gereken bir mes’uliyeti ihtar ediyor.

Yazımızı Üstad Necip Fazıl’a bitirelim:

“İslâm’da sapık yollar hiçbir zaman payidar devlet ve cemiyetini kuramamıştır. Ne kitap tahrip edilebilmiş, ne sünnet bozulabilmiş, ne de dalâlet bütünleştirilebilmiştir. Sapık kolların ortasında doğru yol, daima olanca görünürlüğü ile binbir ıstırap içinde devam etmiştir. İslâm’da Yahudilik ve Hristiyanlık mezhepleri gibi, her biri ayrı ayrı batıl mezhep çatışmaları içinde “sünnet ve cemaat ehli” hükümranlığını itikatte kaldırabilecek hiçbir cereyan kendisine deryaya ulaşıcı bir kanal açma imkânını bulamamıştır.”

Ortadoğu’yu kan gölü haline çeviren çatışma ve savaşların nihaî hedefinin de ehl-i sünnet itikadına karşı görünenin ötesinde, haçlı seferlerinden daha şedîd ve derin bir zihnî/itikadî ifsat ve ilhad olduğuna da vurgu yapalım.
 
(Hüküm Dergisi, Temmuz 2015)

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder