27 Mart 2016 Pazar

ALİ ŞÜKRÜ BEY'İ HATIRLAYABİLİYOR MUYUZ? -Yakın tarihimizde 'taammüden' işlenmiş bir cinayet-

Yahya Düzenli
duzenliyahya@gmail.com

27 Mart 1923… Birinci Meclis’te Trabzon Milletvekili olan Ali Şükrü Bey’in katledilişinin, daha doğrusu şehid edilişinin 93. yılı..

Kadîm bir medeniyetin Anadolu coğrafyasında XI. Yy.dan itibaren yeniden canlandığı ve dünya tarihinde önemli-etkili bir kesit olarak  “Pax Ottomana:Osmanlı Barışı” veya “sulh-û ebed müddet” olarak geçen  altıyüz yıllık Osmanlı medeniyetinden ‘koparılıp’; halkın inanış, duyuş, anlayış, görüş ve davranış biçimini kökünden değiştirmeye endeksli ‘yeni rejim’ kurma çabalarının sonucu kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında, yakın siyasî tarihimizin önemli sayfaları karanlık ‘bırakılan’, ‘doğru okunması istenmeyen’ satırlarla doludur. Bu satırlar arasında önemli suikastler ve cinayetler halâ hafızalarımızda canlılığını muhafaza etmektedir. İttihatçı çete geleneğinden tevarüs eden “siyasî cinayetler”, tarih literatürümüzde önemli bir deyim olarak da yerini almıştır.

Cumhuriyetin ilan edilişinden 8 ay önce işlenen en önemli siyasi cinayetlerden birisi “muhalefet grubu”na mensup Trabzon Meb’usu Ali Şükrü Bey’in katlidir.

İlk Meclisin iman ve celâdet sahibi en önemli sîmalarından birisi olan Ali Şükrü Bey; günümüzün siyasîleriyle asla mukayese edilemeyecek bir irfan,  idrak, birikim, basiret, feraset, fedakarlık, cesaret ve gözükaralık, öfke, heyecan, gelecek tasavvuru, ülke ve millet duyarlılıklarıyla dolu bir büyük mücadele adamıdır.

Ali Şükrü Bey 1884 yılında Trabzon (Vakfıkebir)’li bir ailenin evlâdı olarak dünyaya gelir. İlk çocukluk ve öğrencilik yıllarında bile fikrî münakaşalardaki irade, isabet ve istikrarı daha o günlerde gelecekteki hayat çizgisinin de işaretleriydi.

Bu yazımız Ali Şükrü Bey’in kronolojik hayatı olmadığı için, onun hayatının ayrıntılarına girmiyoruz.  Sadece hemşehrilerinin değil “şahsiyet örneği” görmek isteyen bütün siyasîlerin “remz şahsiyet”i niteliğindedir. Ali Şükrü Bey’in 39 yıllık kısa hayatı siyasî temsilin nasıl bir şahsiyet istediğini ve bu şahsiyetin en zor zamanlarda nasıl bir duruş heykeli olduğunu ortaya koyuyor. 

39 yıllık kısa fakat hakkıyle yaşanmış bir hayatın bugünlere kadar gelmesinin de sebebi olan gerek askerlik hayatı, gerek fikir hayatı gerekse de Birinci Meclis’teki konuşmaları, tutarlılığı, ahlâkî tavrı ve duruşu, bugünün milletvekillerinin davranış ve tutarlılıklarını test etmeleri gereken bir örnektir. Özellikle de Trabzon Milletvekillerinin…

Birinci Büyük Millet Meclisi’nin açıldığı 23 Nisan 1920 ile katlediliş tarihi olan 27 Mart 1923 arasındaki yaklaşık 3 yıllık muhteşem hayat; o’nun bütün bir hayatının ‘özeti’ mahiyetindedir.  Ne yazık ki bugün ne TBMM ne de memleketi Trabzon vefat yıldönümünde bile onu hatırlayamıyor.

Söyleyenini ve okuduğum kitabı hatırlayamıyorum ama hafızamda flû olarak yer eden şöyle bir söz var: “Bir insanın ömür boyunca kahraman diye hatırlanmasının sebebi göstermiş olduğu bir ‘an’lık cesarettir…” Bu sözün manâsını, mücessem halini Ali Şükrü Bey’in muhteşem ‘an’lardan ibaret hayatını okudukça daha iyi anlıyoruz. 

Birinci Meclis’te “muhalif grub”ta gene kendisi gibi yerli duruş sahibi; fikirlerini hiçbir endişe duymadan, çekinmeden ortaya koymuş, hayatları daimi bir mücadele ile dolu milletvekilleri olan Erzurum Meb’usu Hüseyin Avni Bey, Mersin Meb’usu Selâhattin Köseoğlu (Çolak Selahattin) ve isimlerini hatırlayamadığımız bu gibi şahsiyetlerin hayatı bilinmeli ki bugünün ve yarının siyasî tarihî doğru ve berrak yaşanabilsin, okunabilsin.

Bugün tamamı elimizde olan ilk meclisin zabıtları incelendiğinde Ali Şükrü Bey’in hitabetinin etkisi ve derinliği, birikimi, duruşu, en önemlisi de nasıl bir vatanperverlik taşıdığı görülecektir.

Erken cumhuriyet yıllarındaki muhalefetin hangi boyutlarda olduğuna ve Ali Şükrü Bey’in “birileri”ni nasıl tedirgin ettiğine dair Kazım Karabekir “14 Ocak 1923 günü M.Kemal, Karabekir ve Fevzi Paşa ile trenle İzmir’e gider. Gazi o gün çok öfkelidir. Öfkesinin nedeni de Trabzon Milletvekili Ali Şükrü Bey’in çıkaracağı gazete için Ankara’ya matbaa makinası getirmesidir.” Dedikten sonra şu hatırayı naklediyor:

“Gazi pek asabi idi. Muhaliflerden Ali Şükrü Bey, ‘Ankara’ya matbaa makinası getirmiş… Tan adında bir gazete çıkaracakmış, siz hâlâ uyuyorsunuz’ diye yaveri Hüseyin Abbas Bey’e verdi, veriştirdi. Ve ‘yakın, yıkın’ diye çıkıştı. Yalnız kalınca kendilerini teskin ettim. Bu tarzdaki beyanatının dışarıya aks edebileceğini ve pek de doğru olmadığını anlattım.”

Ali Şükrü Bey’in heykelleşmiş şahsiyeti “birileri”nin yüreğine korku ve dehşet salmıştır. Onun için de, ne şekilde olursa olsun ortadan kaldırılması lâzımdı! Peki nasıl oldu böylesine bir duruş adamının âkıbeti???

Üstad Necip Fazıl, 10 Kasım 1950 tarihli “Büyük Doğu” mecmuasında “gerçek bir şehit” dediği  Ali Şükrü Bey’den şöyle bahseder: Artık saffet devrini kapayan ve başında bulunanların hakikî kast ve niyetleriyle tezahüre başlayan Millî Mücadele çığırının, sadece iman ve mukaddesat safındaki bu kahraman çocuğunu, sırf mahrem renkleri ve gizli mânâları sezdiği ve bu yüzden muhalefete geçtiği için vahşice öldürttüler! Öldürtmediler, biri öldürttü; bu kimdir???”

“Şehit Ali  Şükrü'yü, arkasından boynuna  bir ip geçirtmek, hemen sağ kolunu kırdırtmak  ve başına bir balta indirtmek suretiyle öldürten şahıs, bu işde alet olarak Giresun'lu Topal Osman'ı kullanmış; peşinden de aynı derecede korkunç bir tertiple bedbaht aletine ölümü tattırmıştır. Hile ve tertip dehasına bakın siz!”

Özetle… Ali Şükrü Bey; Lozan’la ilgili görüşmelerin devam ettiği sırada 27 Mart 1923 Salı günü akşamı aniden ortadan kaybolmuş, bütün aramalara rağmen bulunamamıştır. Gazetelerin de yayınlarıyla olay bütün ülkede duyulmuştur. TBMM’de Erzurum Mv. Hüseyin Avni Bey ciğeri yanarcasına yaptığı konuşmada “Demek ki bu memlekette herhangi bir fikrin serdarı yaşamayacaktır, ölecektir!.. Bu elîm cinayete içi sızlamayan, yüreği yanmayan bir ferd tasavvur edemem. Öyle bir ferd varsa alçaktır!...”

Hüseyin Avni Bey devam ediyor konuşmasına: “Bir meb'usun ağzı, kalemi, o milletin namusudur! Bu namusa  tecavüz eden eller kırılsın!  (Kırılsın sesleri,  kahrolsun sesleri) Bu, milletin ismetidir; bir katre kan değildir. Tecavüz arkadaşımıza değil, bir milletin namusunadır. Böyle namussuzlar yaşayamaz! (Kahrolsun sesleri) Efendiler, Ali Şükrü bey iki gündür kayıptır. Efendiler, memleketin sahibi azametli bir tarih sahibi, namusuna hâkim bir milletin mebusu kayboluyor; hükümet bulmuyor! İki gündür kayıptır! Bulamıyor efendiler! Allahtan çok isterim ki, memleketin elîm zamanlarında bu, adi bir netice olarak zuhur etsin, evet adîyyen zuhur etsin. Efendiler, ya siyasî ise?”

Hüseyin Avni Bey’in Birinci Mecliste yaptığı konuşmayla ilgili, Üstad Necip Fazıl Büyük Doğu’da şunları yazar: “28-29 Mart 1923 tarihinde, Birinci Millet Meclisinde, avaz avaz söylenen sözleri, kelimesi kelimesine, nazarlara seriyoruz. İbretle bakın; hakikî muhalefet ve fazilet, bir zamanlar, hakikî zulüm ve istibdada karşı nasıl bağırıyormuş; ne kelimeler kullanıyormuş, sonra niçin ve nasıl tasfiye edilmiş, Cumhuriyetin ilânı ânından itibaren eşsiz zulüm ve istibdat nasıl ve ne tarzda başlamış ve bu ilk örnekler nasıl ve ne şekilde nikbet ve akamete mahkûm edilmiş??? İbret ve gayret, hakikî Türklük, ibret ve gayret!!! Allahın lütuflarına müstağrak şehit ruhları, sizden sizi, sizden kendi kendinizi, öz tarihinizi ve hakikati tanımanızı istiyor!!! Dünyanın en kalpazan ve sahtekâr mâna tuzaklarında mahkûm ve esir yaşamakta ne güne kadar devam edeceğiz???”

Birkaç gün sonra (31.3.1923) Ali Şükrü Bey’in cesedi Mustafa Kemal’in muhafız kıtası komutanı Topal Osman’ın evi civarında Çankaya’da bir tarlada çukura gömülü olarak bulunur.  Yapılan araştırmalarda Topal Osman ve çetesi tarafından katledildiği anlaşılır ve Topal Osman da adamlarıyla birlikte girdikleri çatışmada öldürülür. Cesedi Ankara Taşhan önündeki meydana asılır.

Ali Şükrü Bey, “doğru yaşanmış” bir hayatın mükâfatı olarak da “şehadet” müjdesiyle ebedî âleme çağrılmıştır. Cenaze namazı Ankara Hacıbayram camiinde kılınarak Trabzon’a gönderilir. Topal Osman'ın akıbetini ise Falih Rıfkı Atay “Çankaya”da şöyle anlatır: 

“Karadeniz kıyılarının bu destan kahramanı, sonuna kadar Mustafa Kemal'e bağlı kalan, çetesinin adamlarına Çankaya'da ve köşkle şehir arasındaki yolda nöbet bekleten Topal Osman da, en sonunda, nizamlı ordunun kıta komutanlarından İsmail Hakkı Tekçe tarafından ve Mustafa Kemal'in emriyle Çankaya sırtlarında vurulmuştur…”

Şehadetinin 93. yılında hatırlamaya çalıştığımız Ali Şükrü Bey; bugün kabrinin bulunduğu Boztepe’den bize bakarak ne söyler acaba?

Ortadoğu’da yeni tasarımların hızlandığı ve bu tasarımlarda Türkiye’nin belirleyici rolünün öne çıktığı bugünlerde, Ali Şükrü Bey’in şu sözünü derinliğine kavramak, anlamak zorundayız: “Biz, mazlum insanların halâ ümidiyiz, dün de, bugün de, yarın da… Biz, esaret altında inleyen bütün alemin nasıl kurtarılabileceğini isbat edeceğiz. Onun için bizim sesimizi kısmak istiyorlar. Amma efendiler, göreceksiniz ki, biz onların sesini kısacağız.”(18.7.1920 Meclis konuşması’ndan)

Bir düşünce adamının söylediği gibi “büyük mezarların üstünde, büyük vatanlar vardır !”

Düşmanlarına dehşet, dostlarına muhabbet telkin eden bir hayatın sonunda “şehadet bahşedilen” Büyük şehidimizi vefatının 93. yılında rahmetle yâdediyoruz.   

(Hüküm Dergisi, Mart 2016) 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder