12 Nisan 2010 Pazartesi

ARAYIP DURDUĞUMUZ ŞEHİR...

Yahya DÜZENLİ
duzenliyahya@gmail.com


Yeryüzünde insanın bulunduğu şehre ilişkin ‘yaşanmaya değer’ hükmünü oluşturan temel belirleyici “dünya görüşü” olduğu kadar, o şehrin insana “ben niçin buradayım?” tedirginliğini yaşatmadan, içsel bir kabulle gereken doğru cevabı verebilmesi lazımdır. Yoksa şehirde insan veya metal parçasının hiçbir farkı yoktur.

Nereleri gezersek gezelim, hangi şehirde yaşarsak yaşayalım, aslında “ruhumuzun tatmin olacağı” bir mekânda, yâni şehirde olmayı istiyoruz.

Mecburen yaşadığımız, huzursuzluğuna ‘katlandığımız’ şehirler gibi; isteyerek yaşadığımız, yakıcı huzuruna katlanmamız gereken şehirler de vardır. İşte kendisine “niçin buradayım?” diye sordurmayan şehir, insanın “huzur”da olduğunu hissettiği şehirdir. Konfor anlamında bir huzurdan bahsetmiyoruz. İnsanın şehirde tüm oluş ve gerçekleşmelerindeki ‘etken’e vurgu yapmak istiyoruz.

Bu bakımdan şehrin kendisini insana açması kadar, insanın da kendine açılan şehri görmesi, hissetmesi de gerekir. Böylece şehir insanı kendisine büründürür. Ve “insan ve şehir” yerini “insanca şehir”e bırakır.

Hangi şehir“insan ruhunun tatmini için yaşamaya değerdir?”şeklinde çok genel bir soruya doğrudan verilecek bir cevap yoktur. Veya “insan ve şehir” yerine “insanca şehir” diyebilmek için “hangi şehirde” ve nasıl bir ruh, zaman ve mekân macerası yaşamamız lâzımdır?

Soruları daha fazla derinleştirmeden, bu sorularla birebir örtüşmese de benzeri ‘kaygı’larla dünyayı gezip dolaşanların gözlemlerine kulak vermemiz gerekiyor. Bize ‘kendi şehrimiz’i, bu şehirde ‘neleri muhafaza etmemiz gerektiği’ ve ‘şehrin ruhu’nun nasıl oluştuğunu idrak ettirecek ‘şok’ları da zaman zaman yaşamamız gerekiyor herhalde. Yoksa, ömür boyu içerisinde yaşadığımız şehrin ‘ruhu’yla bırakın akrabalık kurmayı, bir yabancının gelip geçişindeki mesafeyi bile anlayamayız.

Arjantin’in önemli edebiyatçılarından Borges, dünyanın değişik ülkelerindeki şehirleri gezip, oralara ait gözlemlerini anlattığı “Atlas”ında Cenevre başlığı altında şunları söyler: “Bu gezegendeki tüm kentler arasında, insanın yolculukları sırasında arayıp durduğu ve kendine yakıştırdığı onca değişik ve dost yer arasında, Cenevre mutluluk için en uygun kent olarak beni hep derinden etkilemiştir… Aşkı, dostluğu, aşağılanması ve intiharın ayartıcılığını keşfetmemi de Cenevre’ye borçluyum… Cenevre, başka kentlerin tersine, kendini dayatan bir kent değildir. Paris, Paris olduğunun farkındadır; ağırbaşlı Londra, Londra olduğunu bilir. Ama Cenevre, Cenevre olduğunun pek farkında değildir. Calvin’in, Rousseau’nun, Amiel’in, Ferdinand Hodler’in yüce hayalleri buradadır, ama hiç kimse onları yolcuya hatırlatmaz. Biraz Japonya gibi, geçmişini yitirmeden kendini yenilemiştir Cenevre. Buraya hep geri döneceğimi biliyorum.”

Bir paragrafta “şehrin ruhu”nun ne olduğunu, canlı gözlemleriyle aktaran Borges’in Cenevre’de gördüklerini acaba “şehrimiz” de görebiliyor ve hissedebiliyor muyuz?

Latin Amerikalı önemli bir edebiyatçının “batı şehirlerinde gördükleri”ni birebir kendi şehrimizde görmemiz mümkün değil. Ancak Buenos Aires’ten çıkıp coğrafya, mekan, tarih, insan, toplum ve anlayış olarak da “farklı” bir şehir (Cenevre) böylesine içselleştirilebiliyor ve idealize edilebiliyorsa, orada önemli bir “gen” vardır ve bu “gen” gözlemci tarafından fark edilmiştir.

Biz ise, kendi şehrimizin bırakın “gen”lerinin farkına varmayı, şehir üzerimize bütün tarihselliğiyle abanmışken onun farkına varamayışımızın affedilebilir bir tarafı olabilir mi?

Borges’in ifadelerini sorular haline getirerek şehrimiz Trabzon için soralım?

· Şehrimiz bize kendisini dayatabiliyor mu? Veya bu dayatmayı görebiliyor muyuz?
· Şehrimiz ‘nelere sahip’ olduğunun farkında mıdır?
· Şehrimizde hangi ‘tarihsel şahsiyet‘lerin hayalleri yaşıyor? Kendimizi bu şahsiyetlerin bakışları altında hissedebiliyor muyuz?
· Nereye gidersek gidelim, sürekli ‘arayıp durduğumuz’ kendi şehrimiz midir?
· Borges’in, “geçmişini yitirmeden kendini yenilemiştir” dediği bizim şehrimiz olabilir mi? Veya kaldı mı böyle bir ruh şehrimizde?

Borges’in tesbitleri bize çok şeyleri değil, “şehrimizin ruhu”na dair her şeyi anlatıyor aslında. Görebilene, okuyabilene, anlayabilene !

Borges’in cümleleri bana önemli bir edebiyat adamımız Hilmi Yavuz’un Trabzon’la ilgili cümlelerini hatırlattı:

“Bazı şehirler vardır, onlara gitmek, sadece gitmek değil, gitmek düşüncesi bile, bana daima bir bahtiyarlık vermiştir…. İlk defa Trabzon’a gidişimden sonra, nedense hep, Trabzon’a gitme, gidebilme hayalleri kurmuşumdur. Trabzon, gri ve yeşil bir şehirdir. Bence bordo-mavi’den çok, gri-yeşil daha çok yakışır Trabzon’a. İnsanın sıcaklığını ise yağmuru da, rüzgarı da soğutamaz… “

Uzun süredir, Hilmi Yavuz’un Trabzon’la ilgili sözlerine nasıl ve nerede yer vereyim? diye düşünürken, birden tam yerini burada buldu. Borges’in Cenevre’sini anlayabilmek için Hilmi Yavuz’un kısa fakat ‘öz’lü nitelediği Trabzon kılavuzluğuna ihtiyacımız olacak ! Tersinden şöyle söyleyelim: Hilmi Yavuz’un Trabzon’unu anlayabilmek için Borges’in Cenevre’sini anlamak gerekir!

Borges için Cenevre’ye gitmek nasıl sadece ‘gitmek’ değilse, Hilmi Yavuz için de Trabzon’a gitmek sadece ‘gitmek’ değildir, olmamalıdır ! Hele de bizim için !

Şehrimizi anlamak için bu kadar derinliğe davet veya işaret mi gerekiyor ?

Ne kadar uzağı işaret edebiliyorsanız şehriniz o derece önemlidir. Onu ne kadar yakında görebiliyorsanız da o kadar anlamlıdır.

Ancak böyle bir şehir insana “bahtiyar”lık verebilir !
(Günebakış, 14 Nisan 2010)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder