28 Eylül 2010 Salı

SEMERKAND Ü BUHARA...

Yahya DÜZENLİ
duzenliyahya@gmail.com

5 günlüğüne gitme fırsatı bulduğum Özbekistan’ın Taşkent, Semerkand ve Buhara şehirleri, yaşayan hallerinden çok, geçmişleriyle, tarihsellikleriyle insanı büyüleyen bir atmosfere sahip. Özellikle Buhara… Büyü unsurları; yerin üzerindeki medeniyet abideleri kadar, “yerin altındaki”ler…Yâni medeniyete ruh verenler… Buhara ve Semerkand bir “açık hava müzesi” olarak kadîm medeniyet mirasıyla varlığını sürdürüyor. Bir şehrin “müze”ye dönüşmesi hiç de öğünülecek bir şey değil. Müze; modern zamanların icadı… Artık yaşaması mümkün olmayan ölü malzemelerin sergi alanı… Bir medeniyeti meydana getiren unsurların canlı bir organizma bütünü halinde sürekliliğini koruyarak varlık ifade etmeleriyle, müzelerin soğuk atmosferinde kesitler halindeki ‘parçaları’ ürpertici… Böyle olmasına rağmen gene de Buhara ve Semerkand “müze şehir” kavramını aşmış bir canlılığa sahip. Bu kadîm şehirlerin tarihsel mekânları insanlarla sıcak temaslarını sürdürüyor. Batının meş’um müze şehirlerine mukabil doğunun muhteşem şehirleri olarak kendilerini görmeye gelenlere müthiş güzelliklerini arzediyorlar. Tabii bu güzellikleri sadece “plastik bir dekor” olarak görmemek gerekiyor. Bunları meydana getiren tarih-kültür ve medeniyete, yâni “aidiyet iklimi”nden kopardığınızda ortada kendilerini de bulamıyorsunuz.

Ülkemizde olduğu gibi, Özbekistan’da da bu kadîm İslâm şehirleri ‘şehir katliamı’ndan oldukça paylarını almış. Moğol istilâları, devam eden tahribatlar ve en nihayet Sovyet yok ediciliği bu muhteşem şehirlerin tarihî silüetiyle birlikte ruhundan da epey şeyler götürmüş. Ancak halen ortada kalan “kent mirası” sizi kadîm İslâm medeniyetine doğru sürüklüyor.

Taşkent ve Semerkand’da çok kısa kalmamıza rağmen, bu şehirlerin, özellikle ilk defa ziyarete gelen insanlar üzerinde etkisi büyük… Tabii öncelikle tarihî mekânların. Yâni medreselerin, mescitlerin, hanların, kervansarayların… Bugünkü isimleriyle üniversite kampüslerinin, komplekslerin, camilerin, iş merkezlerinin…

Her üçü de yorgun şehirler… Bir şehri yorgunluktan kurtarmanın ilk şartı: Şehri ‘yatağından koparmadan’, varlığını tahrip etmeden, kimyasını bozmadan fiziğiyle diri tutabilmekte… Yatağını bozduğunuz, yatağından kopardığınız her şey artık “kendisi” kalamıyor… Taşkent de Semerkand da Buhara da öyle… Ancak bugüne taşınan isimleri bile “muhteşem” geçmişlerini bize anlatıyor… Tarihî mekânlar sizi müthiş bir şekilde kendilerine çekiyor…

Şüphesiz, bir şehrin manâsı o şehre manâ kazandıranlarla kaim… Eski tabirle: “şeref-ül mekân bil mekîn” yâni, ‘bir mekânın şerefi orada yerleşmiş olanlarla kaimdir.’

Buhara deyince, (kabirlerini ziyaret şerefine nail olduğumuz) başta Abdulhalik Gücdevani, Arif Reyvegeri, Mahmut Encir Fagnevi, Hoca Ali Ramiteni, Muhammed Bâbâ Semmasi, Seyyid Emir Külal… Ve ve…Şah-ı Nakşibend hazretleri…Üstad Necip Fazıl’ın “Başbuğ Velilerden 33” kitabında “Ezelle ebed arası Allah’a doğru giden evliya kervanları arasında en şanslısına ait 33 kolbaşılı Altun Halka çerçevesi” nin birçoğu Buhara’da… İsimli, isimsiz daha birçokları…

Semerkand da öyle… Hâce Ubeydullah Taşkendî (Ahrar) başta olmak üzere İmam Buhari, İmam Matüridî ve birçok Âllah dostu…

Şunu doğrudan görüyoruz: Buhara da Semerkand da yerin altındakilerden yerin üstündekilerin haberdar olmadığı şehirler haline gelmişler.. Muhteşem şehirlerin insanları yok. Muhteşem insanların şehirleri de artık yok.

İlginçtir ki; bu mübarek ve muazzez topraklar üzerinde İslâm Kerimov yönetimi her türlü İslâmî faaliyeti yasaklamış. Ruhunuza hürriyet üfleyen topraklarda şu anda Sovyet artığı yönetimlerin işbaşında olduğu baskı ve sefalet hakim. Halkın tek derdi: Neyle olursa olsun ayakta kalmak. Diri olan, ayakta kalan sadece büyük Velîlerin kabirleri… Yaklaştığınızda ferahladığınız, varlığınızın anlamını kavrar ‘gibi’ olduğunuz kabirler… Bir o kadar da sorumluluklarınızı size ihtar eden topraklar…

“Kimin huzurundayım?” sorusunu kendinize sorabilirseniz,
“Niçin bu şehirdeyim?” sorusuna cevap arayabilirseniz,

Şehrinizi de, şehrinizin altındakileri de, üstündekileri de manalandırabilir, kavrayabilirsiniz. Aksi halde gördüğünüz her şeyin sadece “plastik dekoru”nda takılıp kalırsınız.

Semerkand’da Uluğ Bey’in Rasathanesi, Timur’un kabri, diğer muhteşem eserler vs. vs. de sizi oldukça uzaklara götürüyor… Semerkand’ı Semerkand yapan önemli şahsiyet de Timur… Timur’un kabrini ziyarette oldukça tedirginim. Gerekçesi Üstad Necip Fazıl’ın “Moskof” isimli eserinde… Dua ediyorum, okuyorum ancak “Ya Rabbi! Sana havale ediyorum!” diyerek kabirden çıkıyorum.

Öncelikle Buhara, sonra Semerkand ve Taşkent anlatılmakla değil, görmekle, görürken de hissedilmekle anlaşılabilecek şehirler…

Galiba rahmetli Osman Yüksel Serdengeçti gibi biz de “Buhara der, Semerkant der ağlarım” demekle yetinmek zorundayız.

(Günebakış,29 Eylül 2010)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder