14 Aralık 2010 Salı

ÖLÜM VE HİSSEDİŞ...

Yahya DÜZENLİ
duzenliyahya@gmail.com

Geçen hafta Trabzon/Çaykara’da ebedî âleme yolcu ettiğimiz Malatya Valisi hemşehrim, kadîm dostum Ulvi Saran’ın babası Ali Kemal Saran hocamızın vefatı öncesi yaşadıklarını yazdığı “Sıra dışı bir hizmet eri” başlıklı yazısını okuduğumuzda hayretle gördük ki; insan bazen kendi akıbetini hiss-i kablel vuku (aniden içe doğuş)la farkında olmadan hissediyor, anlatıyor ve yazıyor.

Ali Kemal Hoca; vefat günü olan 10 Aralık 2010 tarihinde yazdığı ve bir gün sonra yayınlanan “Sıra dışı bir hizmet eri” başlıklı yazısında; meslektaşı, dava arkadaşı, kendisi gibi eski müftülerden Ali Şükrü Sula’nın İstanbul’da bir trafik kazası sonucu vefatını ve kendisiyle ilgili düşüncelerini anlattı.

Yazısına; “Geçen Çarşamba günü beklenmedik elim bir trafik kazası sonucu aramızdan ayrılan Ali Şükrü Sula pek az insana nasip olabilecek bir özgeçmişe sahipti. O, ölüm meleği Azrail (AS)'ın adeta üstlenemediği bir tecelli ile yürüyerek camiye giderken bir başka zahiri sebeple, bir minibüsün kendisine çarpması sonucu ölüm şerbetini içti.” cümleleriyle başlayan Ali Kemal Hoca, meslekdaşı-dava arkadaşının hayatından kesitler aktararak “nasıl bir hizmet adamı olduğu”na vurgu yapıyordu. Ali Kemal Hoca’nın yazısı aslında kendi hayatı ve akıbetini anlatıyordu… Kendisi, arkadaşının cenazesine katıldığı gün gene aynı akıbetle İstanbul’da bir trafik kazası sonucu vefat etti.

O, 78 yıllık hayatında gerçekten “sıra dışı bir hizmet eri” olarak yaşadı ve geçici dünya hayatını da böyle noktaladı. Kendi hayatını anlattığı “Omuzumda Hemence” kitabı, eşine az rastlanır önemli bir hâtırat olarak Kurtuba yayınları arasında ikinci baskısını yaptı.

Ali Kemal Hoca’nın, arkadaşının vefatına dair yazdıklarını okurken, Üstad Necip Fazıl’ın 1925 yılında yazdığı “Ölünün Odası” şiirinin son iki mısraı zihnime takıldı. Şiirin tamamını okuyoruz:

“Bir oda, yerde bir mum, perdeler indirilmiş;
Yerde çıplak bir gömlek, korkusundan dirilmiş.
Sütbeyaz duvarlarda, çivilerin gölgesi;
Artık ne bir çıtırtı, ne de bir ayak sesi...
Yatıyor yatağında, dimdik, upuzun, ölü;
Üstü, boynuna kadar bir çarsafla örtülü.
Bezin üstünde, ayak parmaklarının izi;
Mum alevinden sarı, baygın ve donuk benzi.
Son nefesle göğsü boş, eli uzanmış yana;
Gözleri renkli bir cam, mıhlı ahşap tavana.
Sarkık dudaklarının ucunda bir çizgi var;
Küçük bir çizgi, küçük, titreyen bir ân kadar.
Sarkık dudaklarında asılı titrek bir ân;
Belli ki, birdenbire gitmiş çırpınamadan.
Bu benim kendi ölüm, bu benim kendi ölüm;
Bana geldiği zaman, böyle gelecek ölüm…”

Üstad, şiirin son mısraında “bana geldiği zaman böyle gelecek ölüm” diye, kendi ölümünü 58 yıl önceden seyrediyor ve anlatıyordu.

Ali Kemal Hoca, “Bu ani gidiş, benim gibi emekli meslektaşlarını ve emekli olduktan sonra yaklaşık 30 yıl hizmet ettiği İstanbul ve çevredeki müftüler ve din görevlilerini yasa boğdu. “Hepimiz nihayet aynı sonla bu fani dünyadan ayrılmayacak mıyız?” diyordu yazısında.

Hayret ve dehşette kalıyor insan!

Devam ediyor Hoca:

Ne büyük bir mazhariyettir ki, 10 Aralık Cuma namazını müteakip cemi ğafir diyebileceğimiz kalabalık ve seçkin bir cemaat tarafından cenaze namazı kılınarak ahirete uğurlandı..”

Birkaç saat sonra sona erecek dünya hayatının hikâyesini, sonucunu ve ötedeki hayata ilişkin ders vererek tamamladı hayatını. Çaykara’da kılınan cenaze namazında aynı şekilde ahirete uğurlandı.

Vergi tahsildarı ve jandarma dipçiği”nin ortalığı kasıp kavurduğu 1940’lı yılların ceberrut yönetiminin hakim olduğu bir dönemde köyündeki medresede tahsil hayatına başladı. İlim uğrunda önemli çileler çekmiş bir neslin son temsilcilerindendi.

Eskilerin “İlmiyle âmil” dedikleri bir şahsiyetti. Ölmeden bir süre önce babasının kendisine “göreceksin dimdik öleceğim!” dediğini aktardı Ulvi Bey. Öyle de öldü. Yerinde duramayan, her an diri, her ânı hareketli, her ânını önemseyen enerji dolu bir 78 yıl bıraktı geride.

Arkadaşı Şükrü Sula için söylediklerini kendisi için söyleyerek yazımı bitireyim:

“…Ne mutlu bana ki böyle aziz bir arkadaşımın cenazesine katılabildim. Cenabı Hak'tan niyazım odur ki, ihlâsına göre kendisine muamele edip, külliyedeki sevap hanesini ebediyen açık bulundurması ve bu hayra filen katılmış gibi ona ecir vermesidir...”

“Ölümün soğuk yüzü” diye bir deyim var. Öyle midir acaba? Yoksa gene Üstad Necip Fazıl’ın mısralarında söylediği gibi midir ölüm?

“Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber;
Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber?”

Ali Kemal Hocamız bu dünyadan “Omuzundaki hemence”sini doldurarak ayrıldı.

Allah’ın rahmeti üzerine olsun.

(Günebakış, 15 Aralık 2010)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder