28 Aralık 2010 Salı

ŞEHRİN ANTİKORLARI...

Yahya DÜZENLİ
duzenliyahya@gmail.com

Şehirlerin de insan organizması gibi tabii koruma mekanizmaları, koruma refleksleri var. Bu refleksler, şehrin tahribine, kendisine yabancılaştırılma girişimlerine karşı kendiliğinden harekete geçer ve şehri savunur.

Antik zaman şehirleri gibi surlarla koruma altına alınmış bir şehir korumasından bahsetmiyoruz. Veya biyolojik bir şehirden mi bahsediyoruz ki refleksleri olsun. Evet… Şehirler de kendini dış korumadan, restorasyondan ayrı ve farklı şekilde koruma mekanizmasına sahiptir. Bu mekanizma şehrin antikorlarıdır. Tıpkı bir canlı mekanizmanın sahip olduğu antikorlar gibi…

Antikorlar; canlı organizmaların bağışıklık sistemleri tarafından ‘kendilerine ait olmayan’ organik yapıların saldırılarına karşı hazır bekleyen, vücudun savunma sistemini oluşturan mikroorganizmalardır. Bu mikroorganizmalar, bünyeyi yabancı etkilere karşı korur, erken uyarıcılık görevi görürler ve kendiliğinden harekete geçerler. Her vücut karşılaştığı-karşılaşacağı yabancı mikroorganizmalara/istilacılara karşı uygun, onlarla başa çıkabilecek antikorlarını üretebilir.

Şehirler de öyle…

Biz “vücut şehri” kavramından yola çıkarak şehrin bağışıklık sisteminde mutlaka bulunması gereken antikorlara işaret etmek istiyoruz.

Büyük Ârifler, insanı derinliğiyle anlatırken kimi zaman onu “şehir”e benzetirler. Şehrin merkezi kalptir. Vücudun diğer organları, değişik mikroorganizmalar, vs. şehir bütününü meydana getiren, âhenk içinde varlığını sürdüren unsurlardır. Yunus Emre’nin “ben bu vücut şehrine bir dem giresim gelir” demesi bu manâya işaret eder.

İnsan vücudundaki antikorlar ne ise; şehri koruyan antikorlar da aynı işlevi görür. Şehrin antikorları da insan vücudundaki antikorlar gibi göze görünmez, şehrin bağışıklık sisteminde varolan, yabancılara, yabancılaşmaya, saldırılara karşı doğal koruma mekanizması oluştururlar.

Şehir antikorları şehri oluşturan unsurlarda, şehre ait olan her şeyde, hem de şehir bütününde (eski deyimle) mündemiçtir, içinde mevcuttur. Diğer bir deyişle, şehrin DNA’sında her an canlı ve teyakkuz halindedir.

Şehrin bir organizma bütünü olduğunu düşündüğümüzde, şehrin yabancı etkilere karşı kendisini koruyacak tabii antikorlara sahip olması, bir bünye özelliği olarak zarurettir. Tarihsel şehirler bu anlamda tabii antikorlarını üretebilen, bunları sürekli tutabilen, zaman ve mekân şartlarına göre yenileyebilen şehirlerdi. Bugün, bütünüyle ‘yaşadığı zaman’dan ayrı düşse, uzaklaşsa bile kendisini modern zaman istilalarına karşı koruyabilmişlerdir. Ancak, her vücudun dinamizmi ölçüsünde harekete geçirdiği antikorlar, bu tarihsel şehirlerde de artık zayıfladığı halleriyle şehri savunabiliyorlar. Çünkü modern zaman yokediciliği tarihî şehirleri kuşatmış, istila etmiş durumda. Bir istilâcı şehirde ne yaparsa modern zamanların istilaları/istilacıları da şehirlerimizde onu yaptılar, onu yapıyorlar.

Modern zaman şehirleri; antikorlarını üretmek, harekete geçirmek yerine, tam aksine antikorları yok olmuş, antikor ihtiyacı hissetmeyen bir anestezi halini yaşayan bir bünyeye sahiptir.

En önemli antikor: “Şehir kültürü” ve sahiplenilmesi, bünyeleştirilmesi… Yâni, bir şehrin varoluş nedeni ve muhtevasından kaynaklanan, duyuş, düşünüş ve davranış biçimi haline gelmiş refleksi şehrin en önemli antikorudur. Öncelikle şehriyle hemdert olmuş, mensubiyetin ötesinde şehrine aidiyet bağları olan insanların, şehrin yabancılaşmasına, yabancılaştırılmasına karşı ortaya koyacakları şehirli refleks, şehrin antikorlarındaki gücü gösterir.

Bir diğer önemli antikor ise, ne kadar tahrip edilirse edilsin tarihsel doku ve muhtevadır. Tarihsel doku ve muhteva, modern zaman şehirlerinin kadim şehirden tevarüs ettiği doğal antikorların en önemlisidir. Bu antikorların yok edilmesi ve yerine modern şehir mobilyalarının yerleştirilmesi, vücudun antikor mekanizmasının kaybına yol açar.

Şehrin antikorları, restorasyon görevi görmezler. Çünkü restorasyon; artık eskimiş, bozulmuş, yok olmaya yüz tutmuş yapıların ayakta kalması için eski şekline uygun olarak yeniden şekillendirilmesidir. Tamir işlemidir. Antikorlar ise, zararlı etkilere karşı doğal koruyuculardır. Zarar, tahribat meydana gelmeden şehri koruma altına alırlar.

Şehrimize baktığımızda, bu anlamda doğal antikorları olan bir bünye görebiliyor muyuz? Yoksa, her türlü virüsün üzerine çullandığı, kendi yokoluşuna sebep olsa da virüslerle yaşamaya alışmış bir şehir mi görüyoruz?

Kendi şehrimize baktığımızda, ne tarihsel antikorlarının farkında, ne de modern zamanlardaki yapısını koruyacak antikorlara sahip. Olsa bile, modern zamanlar şehir antikoru tanımıyor.

Şehrimiz kendisini nasıl savunacak? Savunma, her şeyden önce “sahip”liği gerektirir. Sahiplik ise şehre ait olmayı. Şehre ait olamayan şehre sahip olamaz.

Şehrimizin bağışıklık sistemi güçlendirilmesi gerekirken, tam aksine çözülüyor. Şehrimizi istila eden futbol virüsü ve yapay/zorlama kültür-sanat-folklor yabancılaşmasına karşı şehrimiz henüz antikor üretemedi. Bünyesi bu tür virüslere o kadar bağışıklık sağladı ki antikorları harekete geçemiyor.

Şehrin antikorlarının istilacıları etkisiz hale getirmesi için, şehrin antikorlarının bilincine varması, kendine güven duyması lazım..

Mevcut şehir yöneticilerinin antikor diye bir dertleri, meseleleri yok. Çünkü bizzat onlar antikorlarla karşı karşıya !

Antikorları olmayan, antikor ihtiyacı hissetmeyen şehir ruhsuz-sağlıksız şehirdir.

Böyle şehrin vay haline!

(Günebakış, 29 Aralık 2010)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder