25 Ekim 2011 Salı

"MEDENİYET ŞEHRİ"NDEN "TAŞRA KASABASI"NA... -Trabzon ve Fetih-


YahyaDÜZENLİ
duzenliyahya@gmail.com

Öyle şehirler vardır ki düşünürlerin, şairlerin, seyyahların, sanatkârların onları tam olarak ifadeden aciz kaldıkları kudrettedir. O şehirler kendilerini hangiyüzüyle gösterirse göstersinler “büyüleyici”dirler. Büyünün etkisiyle bir angerçek hayattan koparsınız. Büyünün etkisinden kurtulduğunuzda ise “nasıl birgerçeklik âleminde yaşadığınız”ı ifadede zorlanırsınız.

Mekke,Medine, Kudüs gibi ilâhi mesajın tecelli ettiği “taç şehir”leri dışarıda tutarsak, yaşadığımız coğrafyanın bu manâda “taç şehri” İstanbul’ ile birlikte, şehrimiz Trabzon da “bakmayı ve görmeyi bilen” gözler için yüzyıllar boyunca böylesine büyüleyici şehirlerden birisi oldu. Şehrimiz cumhuriyet döneminde, şehrin imar ve ihyasına değil, inkâr ve imhasına yönelik çabalarla tarihselliğinden koparılmış, ‘fethediliş nedeni’ unutturulmuş olsa da bugünlere kadar gelebildi… Çünkü “medeniyet refleksi” güçlü şehirlerin zamana karşı uzun süre mukavemet ve direnme kabiliyetleri vardır.

Bugün Trabzon’un fethinin 550. yıldönümü… Muhakkik Mimar Turgut Cansever’in deyimiyle “fetih nice kapıları açar”. Açtı da. 550 yıl önce bugün şehrimizin kapıları “medeniyet”e açılmıştı. Gerçek sahibini ve sakinlerini bulmuştu. 26 Ekim 1461’de Fatih Sultan Mehmed’in “meşakkatli” bir şekilde fethettiği şehir “bize ait” olmuştu. İstanbul’un fethinden sekiz yıl sonra, XV. Yy. tarihçisi Neşrî’nin ifadesiyle; Fatih’in “gece gündüz hayalimden gitmez” dediği Trabzon fethedilmişti.

Osmanlı mülkünün en doğudaki taç şehri Trabzon’un kapıları açıldığı gün, medeniyet başkenti İstanbul kendisini en doğuda temsil edecek şehri bulmuştu.

Gene tarihçi Neşrî’nin ifadesiyle Fatih’in “şehri imar etmekle meşgul olun!” emriyle şehir,“isteyenlerin yurt tutması” için bayındır hale getirilir.

Fetih ve kurtuluş kutlamalarının bayağılaştığı, yapaylaştığı, donmuş, ruhsuz ritüeller halinde resmî devlet törenlerine dönüştüğü günümüzde; medeniyet şehirlerimizin fethi münasebetiyle yapılanlar asla “fetih ruhu”nu yansıtmayan etkinliklerle geçiştiriliyor. Veya zorlama “hamaset”lere kurban ediliyor.

Trabzon’da gerek belediyenin gerek valiliğin gerekse de diğer kuruluşlarının “futbol virüsü”ne sevdalı ve bağımlı oldukları kadar, yaşadıkları şehre “aidiyetleri” ve şehre karşı sorumlulukları olsaydı şehrin 550. fetih yıldönümü vesilesiyle önemli “eser”ler ortaya koyabilirlerdi.

Yeri gelmişken, üç Padişah (Fatih, Kanuni ve Yavuz)’la öğünen ve lakırdı şeklinde dile
getirenlerin Trabzon’u istilâ eden futbol virüsünün hazzından kurtulup “kitabı düşünmeye vakti olmadıkları”nın altını çizelim. Kitaba, esere ve şehirlerine dair “kültürel sağlıkları”nın müsait olmadıklarına işaret edelim. 2011 Trabzon Olimpik Oyunları için para, mekân, insan, her şeylerini seferber eden siyasîler ve şehir yöneticilerinden böyle bir şey beklemek mümkün mü?

Bir tarafta İspanya ile “medeniyetler ittifakı” projesinin eş başkanlığını yapan Başbakan, diğer tarafta her yeri hâlâ medeniyet eserleri kokan tarihî şehirlerimizin perişan hali… Futbola, eğlencelere, ‘kebapçı, otel ve market açılışları’na verdikleri önem kadar şehrinin kimliğine dair bir kaygısı olmayan belediye başkan ve yöneticileri…

Halen, ortada “olmayan bir medeniyet”le “medeniyetler ittifakı”na soyunmuş bir ülke
yöneticilerine; (Tarihçi Toynbee’nin deyimiyle) “durdurulmuş medeniyet”in harekete geçebilmesinin öncelikle şehirlerden başlaması gerektiğini hatırlatmaya gerek var mı? Var. Çünkü özellikle tarihî şehirlerimize ne vali gönderirken ne de belediye başkanı belirlerken hiçbir kaygı ve ölçü sahibi olmayan siyasî iradenin dilindeki “medeniyetler ittifakı” kavramının da içi boş, tezatlı, yanlış kurgulanmış bir model-proje olduğuna da vurgu yapmak lazım. Şehirlerimizin haline baktığımızda, bu girişimin “krema tadı” vermenin ötesinde hiçbir tarihî ve zihnî temeli ve geçerliliğinin olmadığına tekrar vurgu yapalım.

Başbakan, 2011 genel seçimleri öncesi Trabzon’a geldiğinde (31 Mayıs) yaptığı konuşmada şöyle demişti: “ Fatih’i, Fatih Sultan Mehmet olan; Valisi, Yavuz Sultan Selim olan, Cihan Padişahı Kanuni Sultan Süleyman’ın doğum yeri, medeniyet şehri Trabzon’u selamlıyorum. Anadolu’nun fethi, Trabzon’la tamamlandı. İstanbul’un fethi, Trabzon’la anlam kazandı… Bu sene, inşallah, Trabzon’un fethinin 550. yıldönümünü kutlayacağız. Fethin 550’inci yıldönümü şimdiden kutlu, mübarek olsun diyorum.” Her ne kadar hamasî de olsa bu cümleleri önemsediğimizi söyleyerek Başbakan’ın bu ifadelerinin ilgili Bakanlar, siyasiler ve Belediye Başkan ve yöneticilerine bir şey hatırlatmadığı, hiçbir mesaj vermediği belli.

1461’de fetihle birlikte adına kitaplar yazılar, sayfalar açılan Trabzon’da maalesef kitapların sayfaları kapatılıyor. Birkaç istisna dışında kitaba yer yok. Ama, Belediye başkanlarının yaptığı hizmetleri(!) “beşûş” çehreleriyle poz vererek anlattıkları broşürler-kitaplar şehrin her yerini istilâ ediyor…

Fethin 550. yılı münasebetiyle çok şeyler yapılabilirdi. Çok şeyden kastımız: Top atışları, kılıç-kalkan ekipleri, bayağılaştırılmış, ilkokul müsamereleri şeklinde törenler değil…

Trabzon’un “Medeniyet Şehri” olduğu zamanlardaki Osmanlı Vali ve Belediye Başkanları ile
diğer unvan sahibi yöneticilerindeki bilgi, birikim ve irfan ile bugünün “Taşra Kasabası”na çevrilen Trabzon’un Vali, Belediye Başkanı ve yöneticilerini bir mukayese edin.

Trabzon var gücüyle;

Kültür deyince eğlencenin,
Marka deyince futbolun,
Turizm deyince keyif ve oburluğun baskın olduğu bir taşra kasabasına dönüşüyor…

Bizim Trabzon’umuzla siyasî zevatın ve birilerinin Trabzon’u aynı değil…

Trabzon’un fethinin 550. yılı nedeniyle yapılması gereken ilk şey şu olmalıydı: Hâlâ tam
olarak basılmamış olan Yavuz Sultan Selim Divanı, Kanuni Divanı ve II. Bayezid’in divanı Trabzon Belediyesi veya Valiliği’nce bir arada mükemmel bir baskı ile orijinal metin, transkripsiyon ve bugüne uyarlanmış dille “Fethin 550. yılı” notuyla yayınlanabilirdi.

Ayrıca, dünyada şehir tarih ve kültürü ile ilgili hem nitelik hem de sayı olarak en yoğun birikime sahip Trabzon’a dair tüm yerli ve yabancı eserlerin “Trabzon Kütüphanesi” olarak Trabzon’a kazandırılması. Bu hiç de zor bir şey değildir.

Bu ve bunlar gibi daha birçok şeyi yapmak imkân değil zihniyet meselesidir.

Maalesef; belediye başkan ve yöneticilerinin böyle bir şehir derdi, kültür ve medeniyet dertleri yok. Ki; onlardan böyle bir girişim bekleyelim! 2011 Avrupa Gençlik Olimpik Oyunları için gereksiz birçok yayın enflasyonuna sebep olanların fetihle ilgili bir programlarının olmayışını “zihniyet”lerine vermek gerek…

Karadenizli bir Başbakan, Çevre ve Şehircilik Bakanı ve etkin siyasetçi, işadamı ve bürokratlara rağmen Trabzon’un medeniyet şehrinden bir taşra kasabasına dönüştürülmesi affedilebilir bir suç değildir.

Şehrimizin Fatih’i 550 yıl sonra şehrimize bakıp; “Yazık! Ben bu şehri boş yere fethettim.’ mi desin? Ne ürpertici bir cümle.

Üstad Necip Fazıl’ın 1943’de “İstanbul’un Fethi” başlıklı yazısındaki ihtarı hatırlıyoruz: “490 sene evvelki medeniyet ve şahsiyet hamlemizi anarken, onu bu defa sade mekân planında değil zaman planında da, yani ruh ve kafa âleminde de daha ileriye, daha gerçeğe ve şahsiliğe götürmeye mecbur olduğumuzu şuurlandırmalıyız! Biricik davamız budur!” Üstad’ın bu ihtarını “biricik dava” addedip üzerine alan şehir yöneticimiz var mı?

Fetih, “açmak” demek. İmar, inşadan önce “idrak” demek… 550 yıl önce bize açılan
şehri, biz gelecek nesillere “kapatıyoruz.” demektir.

550 yıl önce “gerçek ruhu”na sahip olan şehir 550 yıl sonra ruhunu kaybediyorsa, sadece şehir değil, biz de hep birlikte ölüyoruz demektir!

(Günebakış, 26 Ekim 2011)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder