3 Ekim 2011 Pazartesi

SİLUETİYLE YOK OLMAYA DOĞRU GİDEN ŞEHİR...

Yahya DÜZENLİ
duzenliyahya@gmail.com

Bir şehrin silueti o şehrin fizikî kimliği kadar ruhunu da yansıtır. Şehre karşıdan baktığınızda öne çıkan siluet şehrin güzelliğini de çirkinliğini de ifşa ve ifade eder. Şehrin iç mekânları inşa edilirken aynı zamanda şehrin silueti de inşa edilir. Bazen yıllarca içinde yaşadığımız şehrin dışına çıkıp değişik perspektiflerden seyrettiğimizde hayret ederiz. Şehrimizi tanıyamayız. Veya şehrimizin siluetine hayran kalırız.

Ülkemizde bütünüyle ihmal edilen, hatta ihmal edile edile işgal edilen şehirlerimizde “şehir silueti” diye heyulâ şeklinde “beton kütleler” karşımıza çıkmaktadır. Yaşadığımız şehre veya başka bir metropolümüzün siluetine hangi kesitten bakarsanız bakın göreceğiniz manzara; modern zamanların mermer şehir mezarlıklarıdır. Binaların aralarındaki yollar da şehir mezarlıklarındaki mezar aralarındaki boşluklar… Antik dönemlerin nekropolleri bile sanat ve estetiğiyle bugünkü şehirlerimizden çok daha güzel, çok daha insanî…

Siluetiyle cazibe oluşturan şehirler coğrafyasıyla oynanmamış, bünyesi tahrip edilmemiş, mekânlarıyla çirkinleştirilmemiş şehirlerdir. Şehrimizin siluetine uzaktan baktığımızda bizde uyandırdığı “ilk intiba-imaj” neyse şehre girdiğinizde göreceğiniz de odur. Ya kasvet veren, veya huzur veren bir şehirdir.

Şehrin silueti şehrin kimliğidir. Şehrin üzerine serilen bir atlastır. Şehrin manâsı şehrin silûetinde gizlidir. Siluete müdahale kimliğe müdahaledir. Silueti değiştirmek karakter değiştirmektir.

Tahrip edile edile yok edilme aşamasına gelen, “medeniyet kimliği”mizin göstergesi olan tarihî şehirlerimizin yeni tahribatlarla tedrîcen nasıl yok edildiğine yeni bir olayla daha şahit oluyoruz. Bu tahribatlardan en fazla payını alan şehrimiz: İstanbul…

Bütün şehirlerimizde olduğu gibi İstanbul’da da müthiş bir “rant iştahı”yla yeni şehir tahribatlarının-katliamlarının kapısı aralanıyor.

Geçtiğimiz haftalarda İstanbul’un siluetine ilişkin bir gazetede yer alan haber ve fotoğraf dehşet vericiydi. Manşet de “Tarihî siluete gökdelen girdi!” şeklindeydi. İstanbul’un tarihî siluetine bir mızrak gibi sokulan üç devasa gökdelen kirliliğin ötesinde bir çirkinliğe davetiye çıkarıyordu.

Gazetenin birinci sayfada fotoğrafıyla verdiği haber gerçekten ürpertici. İstanbul’un o müthiş, o tarihi, o güzel siluetini oluşturan önemli parçalardan birisi olan Sultanahmet Camii’nin yanında Zeytinburnu sahillerinde inşaatı süren dev gökdelenler yükseliyor.

Görüntüyü tesadüfen duyarlı bir İstanbul’lu fark etmese ve gazete manşete taşımasa, ne Belediye Başkanlarının, ne Çevre ve Şehircilik Bakanı’nın, ve ne de diğer sorumlu ve ilgililerin haberi olmayacaktı (başka türlü düşünmek istemiyoruz). Bu vahim şehir katliamına kimse ses çıkarmıyor veya çıkaramıyor.

Şunu bilmek lâzımdır ki medeniyetimiz, bütünüyle “bize” ait olan şehirlerle bugüne taşınmıştır. Hâlâ milyonlarca turist kadîm medeniyetimizin ürettiği eserlerini görmek için ülkemize gelmektedir. Bu eserleri sadece sıradan bir turizm malzemesi olarak bakmanın ötesinde bir idrakle “göremeyen” yöneticilerin böylesi bir şehir tahribatına seyirci kalmaları dehşet verici.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı yaptığı açıklamada “binanın maalesef hoş olmayan bir görüntü oluşturduğunu ve konuyu takip ettiklerini” söylüyor. Bir taraftan “Kültür Başkenti İstanbul” nakaratlarıyla gürültü koparan İstanbul Büyükşehir Belediyesi yetkilileri diğer taraftan şehrin kimliğini tağyir, tehdit ve tahrip eden bu gökdelenlere sessiz kalabiliyor, ruhsat verebiliyor.

Başkanın devam eden açıklamalarına bakınca, şehrinin her şeyinden sorumlu olması gereken kadîm bir şehrin yöneticisinin olayı önemsemeyen vurdumduymaz tavrına şahit oluyoruz.
Bir gazetecinin ''Binaya ruhsat verilirken öngörülememiş mi?'' sorusuna Belediye Başkanı, ''Öngörülememiş demek ki... Maalesef orada bir şeylik var. Orada bir çalışma yapılıyor. Bundan sonra bir daha böyle bir şey olmaması açısından da İstanbul'un topografik kodları, yükseklikleri ile o yükseklik noktalarındaki yapıların yeniden gözden geçirilmesi için bir çalışma yapılmakta'' cevabını veriyor. İstanbul’da farkına varılamayan bu şehir katliamının diğer şehirlerimizde farkına varılabilir mi? Varılamaz. Çünkü, “şehir derdi” olmayanların “siluet derdi” zaten olamaz.
Cumhuriyet döneminde bile İstanbul’a gelen yabancıların zihinlerinde ve gezi notları kaleme alan seyyahların kitaplarında İstanbul imajı bu siluetten ibaret olmasına rağmen, şehrinden mutlak sorumlu olması gereken belediyelerin gafletin ötesinde vurdumduymazlığına, müteahhitlerin de tatmin olmaz iştahına şahit oluyoruz. Bu şehircilik anlayışı, daha doğrusu idraksizliğinin varacağı yerin çok daha vahim olacağından kaygı duyuyoruz.

Rant iştahının hiçbir denetime tabi tutulmaksızın kol gezdiği şehirlerimizi kime emanet edeceğiz? Şehremînî böyle olan şehrin akıbetinden endişe duymakta haksız mıyız?

Esefle belirtelim ki; tarihî şehirlerimizin kimliğini korumak da gene Uluslar arası kuruluşlara düşüyor. UNESCO, 2003 yılından bu tarafa İstanbul’da büyük ölçekli projelerin şehrin silueti üzerinde endişelerini dile getiriyor. Belediye ile ilgili kuruluşları bu konuda uyarıyor. Kendi şehrimizin çirkinleştirildiği, “elden çıkmakta” olduğu ikazının yabancı kuruluşlardan gelmesi ne kadar acı vericidir. Bu trajedi karşısında Fuzulî’nin beytini hatırlıyoruz: “Kâfir ağlar bizim ahvâl-i perişanımıza.”

Kars’taki heykeli haklı olarak “ucube” olarak niteleyen ve yerinden söktüren Başbakanı, Kültür Bakanını ve Büyükşehir Belediye Başkanı’nı tarihî başkentimiz İstanbul’da türemeye başlayan ve şehrin o dünyaca meşhur siluetini yok eden bu “ucube”lere karşı göreve çağırıyoruz.

Şehir tarihe olduğu kadar geleceğe de aittir. Hatta tarihten daha çok gelece dönüktür. Onun için de gelenekle gelecek arasında ‘yaşayan şehir’de varolan siluet başta şehir yöneticileri olmak üzere tüm şehir sakînlerine emanettir. Şehirlerimizin tarihî akciğerleri olan kadîm eserleri böylesine çirkin yapılarla kuşatmaya kimsenin hakkı olamaz. Buna seyirci kalmaya kimsenin hakkı olmadığı gibi.

Önce şehrin silueti değiştiriliyor. Sonra bu siluete bakan gözün algılaması ve tercihleri değişiyor. Bu anlayışın devamında da “İstanbul artık modern bir dünya kentidir. Bu camiler, külliyeler, hanlar, tarihî eserler İstanbul’a yakışmıyor. Hem gereği de yok.” gibi gafletin de ötesinde daha vahim bir ihanete varılması mukadderdir.
Bir öneri: Sadece İstanbul’un değil bütün tarihî şehirlerimizin acilen değişik kesitlerden siluetleri kayıt altına alınmalı. Tarihî silueti gölgeleyen, bozan tüm yapılar yıkılmalı.
Bu tarihî görevi kim yapacak?

Tarih bilinci, medeniyet tasavvuru, şehir idraki olanlar… Şehrinde beş yıllığına “seçilmiş” veya “atanmış” olanların mağrur edasıyla boy gösterenler değil.

Şehrimize bakalım… Trabzon’un yüz yıl önceki fotoğraflarıyla bugünkü siluetini karşılaştırdığınızda göreceğiniz manzara “yaşayan şehir”le “ölü şehir” arasındaki fark kadar vahimdir. Kadîm geçmişi ve Osmanlı dönemi hariç tutarsak, Trabzon’un bugün tarih ve coğrafyasına uygun bir şehir silûeti var mıdır ? Boztepe’yi ve şehrin diğer yüksek yerlerini işgal eden yapılar şehre adeta küstahça bakmaktadır. Bu çizgiler ve yapılarla Trabzon’un bugünkü siluetinin şehir kabristanından farkı var mıdır?

Topoğrafyasının her tarafı emsalsiz siluetler oluşturmaya müsait şehrimizde yönetici ve sakinlerin siluet diye bir meselesi var mıdır bilemiyorum. Bildiğimiz ve gördüğümüz, şehrimizin giderek çirkin siluetlere mahkûm edildiğidir.

Kaygı verici soruyu tekrarlayalım: Şehirlerimizi/şehrimizi kime emanet edeceğiz?
(Günebakış, 5 Ekim 2011)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder