26 Ağustos 2012 Pazar

"AHİRETİN SORUMLULUĞU VE DÜNYAYI GÜZELLEŞTİRMEK ÜZERİNE"-III-

Yahya Düzenli
duzenliyahya@gmail.com

Yeryüzünün imar ve inşası insanın temel mükellefiyetlerinden birisi… Bu imar ve inşa öncelikle tutarlı bir “dünya görüşü”ne sahip olmak ve bunun gerektirdiği idrakle gerçekleştirilebilecek bir mükellefiyettir. Yeryüzünün, özellikle de şehir ve mimarinin insanın dünya ve ötesi tahayyül, duygu, düşünce ve idrakine etki eden yönü düşünüldüğünde ‘dünyayı tezyin etme işi’nin insanınasıl bir sorumluluğa davet ettiği de anlaşılır.

İnsanın bu temel mükellefiyetini idrak eden ve bu idraki hayatına/eserlerine yansıtan muhakkik mimar Turgut Cansever’in dünya görüşü sahibi bir mimar bilinciyle “ahiret” ve “dünya”nın birbiriyle olan kopmaz ilişkisini temellendiren konferansına bu yazımızda da devam ediyoruz.

Ülkemiz şehircilikte oldukça kritik ve riskli bir dönemi yaşıyor. TOKİ vasıtasıyla birinci ‘büyük şehir inşası’nın geri dönülmez ve onarılmaz bir katliama dönüştürüldüğü ortada. TOKİ’nin inşa ettiği “her şey”bu katliamı bir müze şeklinde sergiliyor. TOKİ her şehirde, her ilçede hatta beldede inşa ettiği binalarla adeta “şehir katliamı müzesi” oluşturmuşdurumda.

İkinci “büyük şehir inşası” için önümüzde, bu günlerde önemli bir fırsat ve imkân doğmuş durumda. Ancak, tahminimiz ve endişemiz; - bugüne kadar yapılanları bundan sonra yapılacakların göstergesi kabul edeceksek-, bu fırsat ve imkânın da aynı “marifetli eller” (!)vasıtasıyla harcanacağı, heba edileceği yönündedir.

İki büyük dalga halinde yakalanan “şehir ıslah ve inşası”nda tarih, kültür ve medeniyet birikimimize ihanet edercesine büyük fırsatları kaçırdık, kaçırıyoruz.

Bu kesin hükmümüzü verirken birincisinde maalesef yanılmadık.İkincisinde inşallah yanılırız. Ancak bizi yani şehir ve medeniyet derdi olanları yanıltacak henüz bir iz, bir emare göremedik.

Hükümetin kentsel dönüşüm operasyonlarına hazırlandığıbu günlerde, ortaya çıkacak dönüşüm haritasının karakterini kestirmek, yapılacakları tahmin etmek çok zor değil. İlgililer, telaffuzu bile zor, büyük meblağlara mal olacak bu “kentsel dönüşüm operasyonu”na başlamadan önce rahmetli Cansever’in uyarılarına bir kez olsun kulak vermek gibi bir ahlâki sorumluluk gösterebilirler mi?

Zannetmiyoruz. Ama biz gene de sadece idrak edilmesi, yapılması gerekeni işaret etmeye devam edelim.

Rahmetli Turgut Cansever, 2006 yılında verdiği “Ahiretin sorumluluğunu taşımak ve dünyayı güzelleştirmek üzerine” isimli konferansında bir gözlemini şöyle anlatıyor: “Bundan gene 40 sene kadar evvel, bir Alman hoca, sosyal siyaset hocasıolan Prof. Gerard Kessler sık sık İstanbul'da konut meselesi hakkında konferanslar yeriyor. Haftada üç yerdekonuşuyor, karşısında kaç kişi olursa olsun, sizin gibi 30-40 kişi olursa ne âlâ, 5 kişi de olsa, masayavurarak, bağırarak şöyle diyordu:''Bu; insanlar kendilerine sabahlara kadar çalışıp çoluk çocuğunu barındıracak küçük bir kulübe yaparken bunların meselelerine bigâne olan, Taksim'de meydana mermer döşeyen devleti, bu devlet adamlarını, hepsini vatan ihanetiyle itham ediyorum. Bu memlekete ihanetle itham ediyorum." Ve devam ediyordu: "Almanya'da, savaşta bir şehir, işte diyelim ki 500 uçak tarafından bütün gece bombalandıktan sonra, ertesi sabah iki saat içinde kaç tane sağlam ev var, kaç evin pencereleri ne kadar tahrip olmuş, hepsinin istatistikleri hazır oluyordu. Bugün İstanbul'da kaç ev var, bilinmiyor. Bu, evlerini bu şartlar altında yapan ve sonra polisle çarpışan ailelerin hepsine madalya vermek lazım. Onlara yardım etmeyen devleti, devletin müritlerini, millet düşmanı ilan etmek lazım. Eğer bunlara yardım etmez, onlarla beraber onların sağlıklı yaşama şartlarını teşhis etmezsek bu memleket 40 sene sonra akıl almaz bir bedel ödeyecektir."

Ontolojik derinlikten yola çıkan Cansever, kaskatı şehir gerçeğine/pratiğine vurgu yaparak devam ediyor:

“Evet, ödemeye başladık. Bu şartlar içerisinde yetişen genç çocuklar, toplumun en korkunç meselelerini karşımıza çıkartıyorlar. Ama bugüne kadarki bir şey değil. Şimdi bugün topu topu 20 milyon insan gecekondularda yaşıyor. Tabii bu gecekondular, inşa tekniklerinin hiçbir şekilde yardımcı olmadığı ortamlarda yapılmış yapılar. Bunların da ömürleri son derece kısa olduğu için bunlar da mutlaka yenilenecek. Demek ki biz, yeni nüfus ve tarımdan gelen nüfusla ikisini birleştirdiğimiz zaman, takriben 25 + 15 = 40 milyon kişiye önümüzdeki 30-40 senede konut inşa etmek zorunluluğunun yanı sıra 20 milyon gecekonduda yaşayan nüfusun da yaşama şartlarını iyileştirmek mecburiyetindeyiz. Onları sağlıklı mahallelere, sağlıklı konutlarda iskân etmek mecburiyetindeyiz. 60 milyon insana konut inşa etmek mecburiyetindeyiz. Öte yandan, şehir nüfusunun geri kalan 20 milyonun binaları da, doğrusu, olabilecek en kötü tekniklerle inşa edilmiş, vücuda getirilmiş bulunuyor. En yanlış malzeme ile ve en kötü tekniklerle... “

Bu gözlem ve tesbitlerden sonra ülkemizin yaşadığı yabancılaşmaya ilişkin şunları söylüyor Cansever: “Çocukluğumdan beri dinliyorum, modernleşiyoruz, modernleştik diye... 80 senedir. 86 yaşında olduğuma göre, 6 yaşımdan beri dinliyorum, modernleştik diye. Üniversiteye girdiğim zaman okulun kütüphanesinde konutla ilgili kitaplar var. 1910'lu yıllarda, Avrupa'da "Konutlarımızı nasıl inşa etmeliyiz?" sorusu gündeme gelmiş,konuşulmuş. Evvela daha gevşek bir ortamda, 1920'lerdeyse çok ciddi-bir şekilde ele alınmış. Doğrusu 1923-24'te Almanya'da meydana getirilmiş bir çalışma grubunda açıkça, "Gözümüzü açalım, bakalım! Türklerin yaptığı gibi yapalım." diye yazmışlar. Biz de yaptıklarımızı yok edip yanlış yapmak için yola çıkmışız. Almanlar, ‘Türklerin' derken, Osmanlı coğrafyasını veİstanbul'u kastediyorlar. Belki öbür tarafları pek o kadar iyi bilmiyorlar; amaİstanbul'u biliyorlar. Belki Balkan coğrafyasını biliyorlar, Balkan coğrafyasındaki Türk şehirlerini biliyorlar.

Bunun dışında, bizim tarihimizle benzer tarihe sahip Amerika'da, kendiliğinden, bizimkine benzer bir yaklaşım var. Yani bizim ecdadımız 10 asır evvel bu coğrafyaya -"nasıl gelmiş? Tamamen hareketli kültürün insanlarıolarak, gelmiş ve yerleşmişler. Hareketli bir kültürün insanları olarak, yani çadırları çok yüksek kaliteli ahşap parçalarıyla, yüksek kaliteli kumaştan oluşan, iki tane yüksek kaliteli malzemeyle barınakları olan insanlar, kendilerine ev yapmak söz konusu olduğu zaman incecik tahtaları birbirlerine birleştirerek Osmanlı ahşap-karkas, ahşap iskelet sistemi dediğimiz iskelet sistemini geliştirmişler. Tüm Osmanlı dünyası bu iskelet sistemiyle inşa edilmiş.”

Anlayanlar için, ehli için, ilgililer için rahmetli Cansever’in bu tesbit ve uyarılarıhayatî öneme sahip. Cansever’in “muhteşem şehir ve medeniyet mirası”nı nasıl katlettiğimiz, nasıl görmezden geldiğimiz, ve ona nasıl yabancılaştığımıza ilişkin şu tesbitiyle yazımızı bitirelim:

“Varlığın her an değişmesine ait büyük bilgiye, büyük hikmete sahip olan İslam toplumları, bu büyük hikmetin tam zıddına inanır oldular. Ve dinin temellerinin tersine inanır oldular ve helâk oldular. Biz de helâk olanlardan biriyiz. Hayır, helâk olmadık, diyen var mı? Bir zamanlar dünyayı avucunun içinde tutarken şimdi içerisine düştüğümüz durumu düşündüğünüzde tabii.”

Evet, her alanda, özellikle de şehir ve mimaride daha bir belirginleşen büyük bir helâk, yokoluş sürecini yaşıyoruz. Bu süreç bizi helâkten “nasıl kurtuluruz?”arayışına mı getirecek, yoksa helâkimizi mi hızlandıracak? Başka bir deyişle; Rahmetli muhakkik mimar Turgut Cansever’e kulak verildiği ve ikazları dikkate alındığıölçüde belki helâkimiz yavaşlayacak, belki de helâk süreci şehir ve mimaride bir varoluş sürecine dönüşebilecek.

Duamız, ümidimiz bu yönde ama duamızı ve ümidimizi besleyecek, gerçek kılacak şartlardan çok uzaktayız!

Allahşehirlerimizin encamını hayreyler inşallah!


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder