13 Ağustos 2012 Pazartesi

"AHİRETİN SORUMLULUĞUNU TAŞIMAK VE DÜNYAYI GÜZELLEŞTİRMEK ÜZERİNE" -I-

Yahya Düzenli

Rahmetli muhakkik mimar Turgut Cansever’in vefatından üç yıl önce verdiği ve bugüne kadar yayınlanmamış bir konferansı vefatından sonra broşür halinde basıldı. Sadece ismi bile mimarlarımıza, şehir plancılarımıza, şehir yöneticilerimize çok şeyler anlatacak nitelikte… Şehir, insan ve mimariyle doğrudan veya dolaylı, ilgili herkese sorumluluklarını ihtar edecek şekilde müthiş bir konu ve başlık: Ahiretin sorumluluğunu taşımak ve dünyayı güzelleştirmek üzerine”. Konferans klasik bir metin niteliğinde…

Söz konusu konferans, insanın, varlığın, dünya ve ahiretin ontolojik anlamını derinliklerden çekerek karşımıza getiren bir sadelikte, orijinallikte. Konferansın yayınlanmış metninden yapacağımız iktibaslar, şehir yöneticilerinin, mimarların, özellikle de şehirle ilgili karar verici olanların nasıl bir vebal ve sorumluluk altında olduklarına işaret ediyor.  Tabii “ahiret sorumluluğu taşıma”yı sadece bilgi düzeyinde zihnî bir olgu kabul etmeyenler için…

Bu klasik metin niteliğindeki konferans, bugünlerde tüm ülkede “kentsel dönüşüm” denilen netameli operasyonu başlatacak olanlara belki bir şeyler söyler, diye düşünüyorum. Onlara  söylemese de konuya duyarlı olanlar için çok şeyler ifade edeceğini zannediyorum.

Bütün insanlığın “dünya” adı verilen geçici mekân ve zaman diliminde yaptıklarının “ahiret sorumluluğu” ile ilgili olduğuna dair Cansever’in tespit ve uyarıları, şehir ve mimarlıkta bugüne kadar üzerinde hiç durulmamış nitelikte.

Bu “klasik metin”den kesitler seçerek Cansever’i dinliyoruz: Önemi neredeyse toplumda kaybolmuş bir kelimeden hareket ederek bir şeyler söylemek istiyorum."Ahiret" kelimesi, beni çocukluğumdan beri çevremde öldükten sonra gidilecek yer ile orada karşılaşılacak meselelerle ilgili, cennete yahut cehenneme gitmek gibi, cezalandırmak yahut mükâfatlandırmak gibi bağlamlarda konuşulurdu. Yani bu dünyayla alakası olmayan bir olaylar alanına aitmiş gibi. Bana öyle geliyor ki ahiretin yaygın bir şekilde uzak gelecek ile ilgili olarak tanımlanması, toplumumuzun ciddi bir şekilde sorunları çözememe, anlamama ve önemseyememe gibi bir eksikliğinin sebebi olmuştur.

Cansever, söz konusu konferansta, ahiret sorumluluğunun kâmil anlamda nasıl bir dünya tasarımı gerektirdiğine dair olarak da çarpıcı tespitlerde bulunuyor:

“Aslında "ahiret", "ahir" kelimesi, içinde bulunduğumuz andan hemen sonrası demek. Ben mimarım. Mimariyi yapmak, Türkiye'deki şartlarda çok zor; çünkü şehirler, mimariyi yapmaya imkân vermeyecek tarzda gayet düzensiz bir şekilde oluşuyor. Bu şehirlerin düzenli yahut güzel gelişmesi nasıl sağlanır? Bu soru, benim bundan 30-40 sene evvel meselem haline geldi ve şehir planlamasıyla meşgul olmaya başladım. Planlama; bugün, yarın için ne yapılması lazım geldiğine dair bir tasavvur geliştirme çabası... Tabii toplumumuzda ne zaman şehrin geleceğinden bahsetsem; herkes bana, ‘Sen onu bırak, bugünü söyle.’ diyordu. Hâlbuki bu toplum, hep gelecek için, ahiret için yetiştirilmiş bir toplum... Bütün dindarlar, ahiret korkusu ile yetiştirilmişler; ama onların korktuğu ahiret, yani sonrası çok uzakta. O, çok uzakta olduğu için korkusu da az oluyor. Ama kelimenin kendisi, hemen yaşadığımızdan sonraki demek. Doğrusu, ahir kelimesini doğru şekilde anladığımız zaman dünyaya bakış tarzımızın değişeceğini sanıyorum. Ahiret korkusu dediği zaman dinimiz, bize, "Onunla yüklü olunuz!" diyor. Bu korku, aynı zamanda geleceğe karşı bir sorumluluk bilincinin de temelini teşkil ediyor.”
Bir mimarın mimarisini temellendirmede nasıl bir ontolojik sorumluluk taşıdığına cumhuriyet döneminde “ilk örnek” olan Cansever’i okumaya devam ediyoruz:

“Ahiret eğer korku verici bir şeyse; beraberinde korkuyu aşacak, korkuya sebep olacak gelişmeyi, olumsuz gelişmeyi düzeltecek bir iradeyi, bir bilinci de gerekli kılıyor. Bu da insanı, ahiret bilinciyle beraber geleceğin sorumlusu olan varlık haline dönüştürüyor. İnsanı dünyayı güzelleştirmekle mükellef, yükümlü varlık haline dönüştürüyor. Ahiret kelimesinin anlamının kaybedilmiş olması, toplumumuzda hakikaten toplumla bütünleşmiş bir gelecek çabasının; planlama, şehir, yani binaların inşası ile ilgili meseleleri arka plana, gündemin dışına iten, daha ziyade güncel olan içerisinde yaşamaya kapıları açan bir tavrı hâkim kılıyor. Bu tabii ki, çok korkunç bir şey...”

Cansever adeta başka bir galaksiden sesleniyor gibi. Çünkü her alanda olduğu gibi mimari köklerini de tarihîliğinden, geleneğinden koparmış bir toplumun mimarlarına, şehir yöneticilerine, siyasîlerine bu satırlar “anlamadıkları bir dil” olarak görünecektir.

Şehir ve Mimariye ilişkin “Dil ve Dünya Görüşü”nün nasıl bir tarihsel temele istinad etmesi, oturması  gerektiğine vurgu yapan Cansever’e kulak vermemek, gerçekte bu sesi algılayacak idrake sahip olmamak demektir. Nitekim de öyle olmuştur ve oluyor.

Dünya tasarımının bir muhakkik mimarın diliyle nasıl bir “idrak” istediği anlaşılmadıkça, şehirlerimiz “yaşanamaz” olma niteliğini sürdürecektir. Çünkü insanın yaşamalar dünyasına ilişkin eylemlerini belirleyen “ahiret sorumluluğu”dur. Ahirete inanıp da böyle bir sorumluğun gereğini yerine getirmemek “din ayrı dünya ayrı” saçmalığına inanmadığı halde bu saçmalığı hayatında yaşatmaktan başka ne olabilir ki!

“Dinin dünya tasarımı”nda şehir ve mimarinin ‘olması gereken yeri’ni hakkiyle işaret eden Cansever’i kim okur, kim anlar?.. Dilini unutmuş, dünya görüşünü oluşturmamış, tarih ve gelenek diye bir kaygısı kalmamış bir toplumda Cansever’in açtığı “idrak kanalı” fark edilebilir mi?

Tarih ve zamanın toplumların önüne çıkardığı imkan ve fırsatları heba etmenin, tarihe, varlığa, idrake karşı işlenmiş bir cinayet olduğunu anlayabilenler, Cansever’in yukarıdaki cümleleri üzerinde düşünmelidir.

Özellikle ve öncelikle de ülkemizin ve şehirlerimizin kaderini büyük ölçüde belirleyen/belirleyecek olan siyasîlerin ve “Şehircilik Bakanlığı”nın bugüne kadar görmediği, kulak vermediği, anlamadığı Cansever acaba bir şeyler söyleyebilir mi?

Bu müthiş hissizlik ve idraksizlik arsasında Cansever’in bina inşa etmesi mümkün görünmüyor… Belki zihin ıslahından sonra böyle bir inşaya yol açılabilir… Kim bilir…

Bu hayatî metni okumaya devam edeceğiz…

(NOT: Cansever, söz konusu konferansı 29.4.2006 tarihinde İlmi Etüdler Derneği’nde vermiştir.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder