10 Şubat 2014 Pazartesi

FUTBOL VE ŞEHİR: RUH ENFEKSİYONU

Yahya Düzenli
duzenliyahya@gmail.com

Üstad Necip Fazıl’ın “Ahşap Konak” isimli tiyatro eserinde geçen bir diyalog, insanımıza ve şehirlerimize musallat modern zaman hastalıklarından “futbol”un nasıl bir enfeksiyona sebep olduğuna dair önemli bir diyalogdur.

Üstad’ın eserinden okuyoruz:

“TEKİN: (Recai’ye) Ben de sual bekliyorum!
RECAİ: Sana sual tümen tümen… On binlerce insan kellesinin patates yığınları gibi üst üste ve raf raf yığıldığı, şu stadyum denilen meydanda, bunca alâkayı çekici sebep nedir?
TEKİN: Spor heyecanı…
RECAİ: Bu işin fikriyatı iki kelimelik mi?
TEKİN: Daha ne olsun?
RECAİ: Arkasına ağ taktıkları bir tahta çerçeveden meşin topun geçirilip geçirilemeyeceği, değer mi bu kıyamete?
TEKİN: Beş yaşındaki çocuktan, zat-ı âlileri müstesna, yetmişlik ihtiyara kadar, herkes benimsemiş bu değeri…
RECAİ: Hayal bu ya… Bir fikirci çıksa da bütün insanlığın ruh musibetine devâ olacak bildiriyi stadyumda okumaya kalkışsa, kaç kişi onu dinlemeye gider?
TEKİN: İki kişi efendim: Siz ve (Gösterir) Yüksel!”
 
Bu diyaloğu hatırlamamızın sebebine gelelim.

Geçtiğimiz günlerde şehrimiz Trabzon’da bir rivayete göre 50 bin, diğer bir rivayete göre de 70 bin kişi, başta kulüp yöneticileri olmak üzere, “şampiyonluk Trabzonspor’a verilmediği için” kol kola, omuz omuza, adeta şehirlerini savunmak gayesiyle düşmanın üzerine giden, ölüme meydan okuyan kahramanlar(!) gibi yürüdü.

2010-2011 sezonundaki hakları iade edilmediği için ayağa kalkan, her türlü mücadeleyi veren, hatta işi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne kadar götürmeye hazırlanan Trabzonspor yönetimi, şehrin kalabalığını arkasına katarak Türkiye Futbol Federasyonu Bölge Müdürlüğü’ne kadar yürüyüp federasyonun kapısına Bordo Mavi kaşkol bağlamışlar ve bir açıklama yapmışlar. Çok şükür ki 70 bin kişinin duyarlılığı (!) sayesinde olay çıkmamış, kalabalık dağılmış.

Şehrin kimyasını bozan futbol ve benzeri enfeksiyonlara zaman zaman değiniyor; şehrin enerjisini nasıl boşa harcadığına, sinir sistemini nasıl tahrip ettiğine ve giderek bu halin feci bir ‘bünye felci’ne dönüştüğüne işaret ediyoruz.

Futbolun sadece futbol olmadığı, büyük bir tüketim ve rant endüstrisine dönüştüğü, 18-19. yüzyılın sömürgeci kölelik sistemi yerine ‘gönüllü, ücretli ve özenilir kölelik sistemi’ haline geldiği vakıası ile karşı karşıyayız. Ülkemizin son yıllarda gündemini işgal eden “şike” olaylarından da bunu görebiliyoruz.

Bu bağlamda UEFA Başkanı Platini’nin “L’equipe” gazetesine yaptığı açıklama bu endüstrinin boyutlarını ve trajedisini özetlemeye yeter. “Futbolda 50 yıl geriye gidildi” diyerek şöyle devam ediyor Platini: "Bugün futbolcular bazen bir kulübe bile ait olamıyorlar. Yatırım şirketlerinin, hatta spekülatörlerin malı oluyorlar. Bugün futbolcu transferlerde sadece araç olarak görülüyor. Çünkü bir sürü komisyon dönüyor. Özetle, futbolcu bir ürün haline geldi."
Platini’nin “50 yıl geriye gidildi” diyerek atıf yaptığı ünlü Fransız futbolcusu (Raymond Kopa) 1950’lerde şöyle söylüyordu: “Futbolcular köledir. Profesyonel futbolcu, görüşüne bile başvurulmadan alınıp satılan tek insandır.”

Bunları, bizzat futbolun “imparatorları” söylüyor, biz söylemiyoruz. 

Batı’da futbolun tartışıldığı bir dönemde şöyle bir tanımlama daha yapılmıştı: “Futbol, 22 oyuncunun 90 dakika boyunca bir topun peşinde koştuğu, sonunda Almanya'nın kazandığı bir oyundur."

Öyle bir endüstri ki, hiçbir değer, ölçü, mekân, yer tanımıyor. Önüne kattığı her şeyi dağıtıyor, yıkıyor, yok ediyor…

Bu endüstri ne yazık ki en çok da tarihî medeniyet şehirlerinde yuvalanıyor.   

Trabzon gibi, enerjisini her an yeniden üretebilecek insan potansiyeline sahip şehirleri de adeta hedef alırcasına, bir bakterinin vücutta karargâh kurması gibi oraya yerleşiyor. Zamanı gelip, şehrin bünyesi zayıf düşünce harekete geçiyor ve bütün bir şehir enfekte oluyor, bu enfeksiyonun tesiri altında konuşuyor, onunla ilgili yorumlar yapıyor, onun adına kavga ediyor, onunla “şahsiyet” buluyor…

Ne yazık ki, kabına sığmayan bir enerji ancak stadyuma sığdırılabiliyor, futbola sığınabiliyor, stadyumda hayat bulabiliyor. 

Şehir ahalisi, binyıllara uzanan kadîm bir tarih ve ‘yaşanmaya değer bir hayat’a sahne olan medeniyetinden kopup uzaklaşınca bu tür enfeksiyonlara yakalanıyor ve çırpınmaları hayat dinamizmi olarak görülüyor. Hastalanmış bir bünyenin çırpınış ve haykırışları gibi…

Biz, 50 bin ya da 70 binlerin “nasıl yürüdükleri”nİ değil “niçin yürüdükleri”ni düşündüğümüzde bu endişeye kapılıyoruz. Şehrin dokusu yok edilirken, kentsel dönüşüm adına şehir tahrip edilirken, tarihÎ miras ve topoğrafya imha edilirken, beton ormanları göğü delerken… hülasa şehri ilgilendiren birçok hususta böylesine toplu tepki verilmezken, futbol endüstrisinin şaibeli bir döneminden ötürü sadece “kupa bizim hakkımız” sloganına bu derece aşırı kilitlenmek kadîm bir şehrin insanına yakışıyor mu, siz karar verin.

Bu olay karşısındaki hayretimi ifade ettiğim bir dost sohbetinde hemşehrimiz Türk Tarih Kurumu eski başkanı Prof. Ali Birinci “yürümeye alışmışken inşallah doğru şeyler için de yürür hemşehrilerimiz” dedi.

Biz, hiç ihtimal vermiyoruz ama futbol için yürümeye alışanların stadyumdan başka bir istikamete yürüyeceklerini ne yazık ki düşünemiyoruz.

Bir not daha ekleyelim: Bir şehrin bütün enerjisini ısrarla stadyuma yönlendirenleri tebrik (!) etmek gerekiyor. Hele de Trabzon insanı gibi heyecanı yüksek bir potansiyeli stadyuma hapsedebildikleri için tebrik üstüne tebrik etmeli… Hayatını psikanalize adamış bilim adamlarının yüzyıllar boyunca yapamadıklarını başardıkları için!

Üstad, 50 yıl önce yazdığı Ahşap Konak’ta Bir fikirci çıksa da bütün insanlığın ruh musibetine devâ olacak bildiriyi stadyumda okumaya kalkışsa, kaç kişi onu dinlemeye gider?” diyordu. Bugün ise TV ekranlarından gazete sayfalarına kadar her bir yanda “futbol filozofları”nın boy gösterdiğini gördükçe , ‘insanlığın ruh musibetini artırıcı’ futbolun yüzyılımızın “epistemoloji ve ontoloji”si haline geldiğini de anlarız. 

Kimine göre şehrin ihyası, bizim için ise şehrin imhası haline gelen futbol, çekim merkezi olmaktan çıkarılıp layık olduğu yere indirgenmedikçe enfeksiyon yayılmaya devam edecek gibi görünüyor.

Futbolun enfekte edici gücü ve futbol endüstrisinin enfeksiyona dönüşmesi işte böyle bir haldir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder