12 Mayıs 2014 Pazartesi

“KENTSEL DÖNÜŞÜM”ÜN KEMİRDİĞİ ŞEHİRLERİMİZ…

Yahya Düzenli
duzenliyahya@gmail.com

Tabulaştırılan kavramların zihinleri bulandırıp yönlendirdiği ve ifsat ettiği bir dünyada yaşıyoruz. Adeta kurgu filmlerdeki siber saldırılar gibi kavramlar zihinlerimizi istilâ etmekle kalmayıp, hepimizi oluşturduğu illüzyon dünyasının figürleri, hatta kurbanları haline getiriyor. Zihnimiz kavram’la karşılaşmadan “her şeyden önce söz vardı!” doğru! Ama söz artık hakikatin vasıtası değil! Sözün kavramlaştığı, kavramın da kutsallaştığı, bununla kuşatıldığımız modern zamanlarda kavramların hakimiyeti altında kıvranıyoruz, can çekişiyoruz.

Yazımıza böyle bir girişle başlamamız, kavramların önce ‘şifa’ dağıtan bir vasıta olarak ortaya çıkıp, nihayetinde öldürücü bir silâh olarak kullanılabilmesine dikkat çekmektir. Üzerinde duracağımız kavram “Kentsel Dönüşüm.” Sadece kavram değil şüphesiz; taşıdığı, getirdiği büyük bir bedel var. Kavramların ‘kullanıma göre’ masum veya meş’um olduğunun idrakindeyiz. Bir münekkidimizin söylediği gibi "akıl susmuş ve mefhumlar cehennem! Bir raks içinde tepinip duruyor. Sloganlar yönetiyor insanları.… Bir kıyametin arifesinde miyiz acaba?..”

Uygulamalarıyla masumiyetini kaybetmiş bir organik kavram olarak ‘kentsel dönüşüm, kutsallaştırılmış bir tabu-kavram olarak şehirlerimizi kavuruyor!

Kent ne? Dönüşüm ne? Kavramın tarihî de yok! Tarihsiz ama talihli bir kavram! Talihli yâni tahripçi bir kavram: Kentsel dönüşüm!

Lûgatler dönüşüm’ü “olduğundan başka bir biçime girme, tahavvül, başka bir durum alma” olarak tanımlıyor. 

Son yıllarda şehir deyince hemen çağrışım yapan, evrâd ve ezkâr haline gelen “kentsel dönüşüm”…

Marjinal bir tepki mi veriyoruz? Şehirlerimizi istila eden gecekondu sefaletini görmüyor muyuz? İnsanların insanca bir yaşama mekânına sahip olmalarını istemiyor muyuz? Bütün bu gerekçelerle başlatılan ‘kentsel dönüşüm’e niçin muhalefet ediyoruz?

Şehirlerimiz gecekondulardan temizlenip ıslah mı ediliyor, yoksa kulekondularla işgal mi ediliyor?

Herkesin öldürücü zehiri âb-ı hayat olarak içtiği bir dünyada bu yöndeki feryâd ve ikazlar yankı bulabilir, anlaşılabilir mi?

Bu soru bize rahmetli muhakkik mimar Turgut Cansever’i hatırlattı.

Cansever, ‘iskelet tarlası’na çevrilen şehirlerimiz için ömrü boyunca çırpındı, feryâd etti. Feryâdını duyan mı oldu? Tekliflerine itibar eden var mıydı? En çok da kendilerini “muhafazakâr” olarak tanımlayanlar onu kahretti.

Cansever her şeyi söyledi, idraklerin hakikate yönelmesi için yüksek sesle haykırdı. Köklerin beslediği, geleneğin yön gösterdiği yeni bir “şehir ve medeniyet idraki”ne davet etti, yazdı, konuştu, çizdi ama ne yazık ki kafasında ‘kulak görünümlü’ bir organ taşıyanlar onu duymadı, anlamadı. Onların anlamadığı ve anlayamayacağı bir tarih, şehir ve medeniyet galaksisine davet ediyordu. Kimleri? İlgilileri, Şehircilik Bakanlığını, belediyeleri, hükümeti, mimarları, müteahhitleri, hatta tarihçileri, sosyologları… Ancak gözün görmemeye, kulağın duymamaya, dilin konuşmamaya, zihnin anlamamaya memur ve mecbur olduğu bir iklimde o ‘fildişi kulesi’nden feryâd eden bir münzeviydi.

Bu halde fâni âlemdeki görevini yerine getirerek göçtü. 

En çok da kentsel dönüşüm denilen modern zaman alametlerine itiraz etti. ‘Yeni şehirler’ teklif etti. Ama “şehir ve medeniyet idraki” olmayanların onu anlamaları kabil değildi. Kaybolan idrak bir daha da geri gelmez! Çünkü onu, tarihî bir malzeme olarak bile çağrıştıracak her şey yok edildi, yok ediliyor!

Kentsel dönüşüm bir idrak değil bir işgal! Modern zaman şehir musibetlerinin en öldürücülerinden!

Kentsel dönüşüme dair bu öfkemiz bize Trabzon’lu bir hikmet adamının annesinin bir sözünü hatırlattı. Öyle bir söz ki idrakimize mıh gibi çakılıyor. Diyor ki:

“Çocukluğumda annemle ahıra inmiştim. Baktım ki sığırlardan birisinin kulağının yarısı yok. Anneme; “bu sığırının kulağına ne oldu?” dedim. Annem: “Fare yedi onu” dedi. Ben de: “Anne nasıl yedi onu ki bu sığır hiç bağırmadı mı, hiç anlamadı mı?” Annem bu sefer dedi ki: “Fare ofura ofura (üfleyerek) yer oni da sığır anlamaz oni. Hoşina bile gider.”

Bu örneği kendi anneme anlattığımda annem de tasdik ederek “Bizim zamanımızda yaz başı sığırları ahırdan çıkardığımızda, yürüyemezlerdi. Tırnaklarını fareler kemirmiş olurdu. Tırnakları kemirilen sığırlar hiç aldırış etmezlerdi!”

Farenin sığırların kulaklarını ve tırnaklarını kemirdiği bu hadise aslında dehşet verici. Bir organı kemirilen canlı tepki vereceğine, bundan haz duyuyor!

Farelerle ilgili biraz araştırma yapınca; ağızlarındaki tükürük salgısı bütün canlılarda narkoz etkisi yaptığı için kemirilme sırasında bunu hiç hissetmezler, burun, dudak, kulak ve parmaklarını kemirerek yerler.

Bu hâdise bana şehirlerimizin “kentsel dönüşüm” macerasını, daha doğru maraziliğini hatırlattı.

Şehirlerimiz, (artık kalmamış kimliklerine rağmen) kentsel dönüşüm’le tedrîcen kemirilerek elimizden alınıyor, kayboluyor. Bu hal, farenin sığırların kulağını üfürerek kemirip onların da hoşuna gittiği gibi, bizim de hoşumuza gidiyor, haz alıyoruz. Fare üfürürken kemirdiğinde adeta bu üfürme sığırda narkoz tesiri yapıyor ve sığır da kıpırdamadan duruyor.

Yukarıdaki misalde olduğu gibi, kentsel dönüşümle üfürülen hava insanımızda narkoz tesiri yapıyor, sonra narkoza alışıp, bağımlı hale geliyor, daha sonra da mazoşist-hedonist bir karaktere bürünerek bu kemirmeden müthiş bir haz duyuyoruz.

Bir işgalci gibi önce şehirlerimize “gecekondu ıslahı” yla giren, sonra şehrin kalmayan ruhuna musallat olup AVM’lerle, Rezidanslarla, Konut kuleleriyle şehirleri işgal eden muhterislerin doymak bilmez iştah ve ihtirasları karşısında çaresiz biçimde şehrin tüm organları kemiriliyor!

Bir işgalci gibi önce şehirlerimize “gecekondu ıslahı” sloganıyla giren, sonra zaten şehrin kalmayan kimliğine musallat olup AVM’lerle, rezidanslarla, konut kuleleriyle şehirleri işgal eden muhterislerin doymak bilmez iştah ve ihtirasları tarafından -biz çaresizce seyrederken- şehirlerimiz kemiriliyor!

Rant muhterisleri üfürdükleri “kentsel dönüşüm” uyutmacası ile şehirleri tahrip ediyor, yiyip bitiriyor, bize de bu halden zevk almak kalıyor!

Bir Latin atasözü ‘harabeleri de harap ettiler’ der.

Üstad Necip Fazıl’ın bir yazısının sonundaki şu sorusuyla bitirelim: “Sıhhati ölümde aramak mıdır yol?”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder