24 Mayıs 2011 Salı

"ŞEHİRCİLİK BAKANLIĞI" VE ENDİŞELERİMİZ -I-

Yahya DÜZENLİ
duzenliyahya@gmail.com

Medyada “Şehircilik Bakanlığı” kurulacağı haberlerini okuyunca ürperdim. Öyle görülüyor ki seçimlerden sonra yeni bir bakanlar kurulu yapılanmasında öncelikle “Şehircilik Bakanlığı”na yer verilecek. Sonra da bu bakanlık tarafından ‘ulusal yerleşim planları’ (!) yapılacak.

Ülkemizde devlet eliyle ihdas edilen her kurumun, yeni sorun alanları açmaktan, toplum üzerinde yeni baskı mekanizmaları oluşturmaktan, hayatı daha da kaosa sürüklemekten başka bir şey getirmediği bir gerçek. Bu gerçek literatürümüzde ‘kamunun hantallığı’ sözüyle de yer almıştır. Bugüne kadar önce “nafia”, sonra “imar ve iskân” daha sonra da “bayındırlık” olarak hizmet veren bakanlıklarımız şehirlerimizi ne kadar mamur ve bayındır hale getirmişlerse, yeni kurulacak “şehircilik bakanlığı” da “devlette devamlılık esastır” kavlince (!) memleketimizi bayındır kılmaya devam edecektir diye düşünüyorum.

Ne kadar bayındır ve mamur olduğumuz ortada…

Cumhuriyetle birlikte Osmanlı’dan devralınan muazzam tarihî şehir mirasımızı 1950’lere kadar redci bir anlayışla “nasıl yokederim” diye hesaplar yapan ve gerçekleştiren; 1950’lerden sonra da “şehir imar planları”yla birçok tarihî şehrimizin dokusunu bozan ve arabeskleştiren, 1980’lerden sonra ‘metropol’ görmemişliğiyle saldırarak şehirleri betonlara emanet eden, 2000’den günümüze kadar ise “kentsel dönüşüm” adıyla TOKİ ve yerel yönetimler marifetiyle tarihî şehir mirasımızdan büsbütün habersizlikle hiçbir canlının uzun süre yaşayamayacağı beton ormanları meydana getiren bir zihniyet halen icraatlarına devam ediyor.

Sadece şehirciliği sözkonusu ederek söyleyelim ki; “devlet gücü”nü elinde bulunduran bu zihniyet, zaman zaman düşünce farklılıkları gösterse de bir sürekliliğin nihaî durağı olarak şehircilik bakanlığında kendisini yeniden gösterecek. Böylece, karakteri aynı fakat şekli her defasında değişik ‘kurgu yaratık’lar gibi şehirlerimizin kâbusları sürekli yüz değiştirip geri dönüyor.

Şehircilik davamızda, öncelikle hangi dünya görüşüne bağlı, hangi tarihe ait, hangi medeniyete mensup olduğuna ya “red-inkâr” veya “müphem-belirsiz” cevaplar vermiş her iki yakanın aslında birbirinden farkı yok. Gücü elinde bulunduranın ‘güce endeksli’ iktidar sarhoşluğuyla şehirlere musallat olmasının bedelini çok ağır bir şekilde hem bugünkü hem de gelecek nesiller ödeyecek.

Ne yazık ki, tüm cumhuriyet tarihi boyunca ve bugün yakalanan müthiş atmosfer, imkân ve fırsata rağmen şehircilik davamızda yeni bir “anlayış”, yeni bir “yol”, yeni bir “üslup” getirilememiş, insanımız “yaşanmaya değer şehir”lerde değil de “soğuk hava deposu”ndan ibaret şehirlerde “konserve kutuları” şeklinde mekânlara hapsedilmiştir. Varlıklısı da öyle, dar gelirlisi de.

Şehir ve mekân algımızda önce idrak kanalları yok ediliyor, sonra hafıza siliniyor, sonra da önümüze dikilen “nekropol”ler bize “yaşamamız gereken ideal mekânlar” olarak dikte ediliyor. Biz de “nekropole prangalı mahkûmlar” olarak biyolojik hayata devam ediyoruz.

Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana devam eden bu zihniyetin siyasî yüzü dönemsel olarak değişse de şehir algısı hep aynı kalıyor. Neyi inşa edeceğine dair bir şehir idraki olmadığı için, önüne gelen her şeyi yıkan ve yerine ağzının suyu akarak fotoğraflarda seyrettiği batının metropollerini kopyalamaya çalışan bu zihniyet marifetiyle şehirlerimiz bugün yaşanamaz hale gelmiş durumda.

Bu iki zihniyetten biri, yaptıklarıyla kökleri imhayı bilinçli sürdürürken, diğeri köklerinden habersiz bir gafletle şehirlerimizi “mamûl istif deposu” haline getiriyor. Mamûl yâni, şehirde kullanıma hazır nesneler…

Endişeliyiz… Endişelerimizde de haksız olduğumuzu düşünmüyoruz. Çünkü söz konusu süreç, şehirlerimizin inşa ve ihyasını değil, ortada kalan son tarihî şehir mirasının da imha ve iptalini ilzam ediyor, zorunlu kılıyor.

“Şehircilik Bakanlığı” kurulmasına ilişkin karar, şehir derdi olanların sevinmesi gereken bir karar olmalıydı. Ama biz aksine düşünüyoruz…

Şehirlerimize bir “hayrı”nın olmayacağı şimdiden belli olan bu bakanlığın, isminin ötesinde “şerr”inin olacağını şimdiden görür gibiyim. Kehanet sahibi değil, olanlardan hareketle olabilecekleri tahmin etme gibi bir idrakle bunu söylüyorum.

Şehir derdi olan herkesin de son yıllarda “kentsel dönüşüm”, “marka şehir”, “toplu konutlar”, “vizyon şehirler”, “uydu kentler” adına yapılanları görünce aynı şekilde endişelerinin artacağını düşünüyorum.

Hiç şüphem yok ki Türkiye yeni “Şehircilik Bakanlığı”yla yeni ve hantal bürokrasi stoğunu artırmaya, yeni şehir kaoslarına, zevksizliklerine sahne olacak. Korkarız ki bu bakanlığın yönetim kadrosunu büyük ölçüde TOKİ ve mevcut Bayındırlık Bakanlığı bürokrasisi oluşturacak. TOKİ “plânlı kentleşme ve konut üretimi programı kapsamında başlatılan konut seferberliği ile; 2003-2010 arasında 81 il 800 ilçede 496.421 konu” yaptığını, bunun “100 bini aşkın nüfuslu 19 şehir demek” olduğunu ‘göğsünü gere gere’ anlatıyor. TOKİ, bundan sonraki hedefini ikinci 500 bin konut olarak açıklıyor… Hele bir de “Şehircilik Bakanlığı”mız kurulursa vay şehirlerimizin haline, vay memleketin haline!

“İnsan depolamak için beton kutuları, aralarında bir miktar yeşil alan/park, cami, okul, kreş ve sağlık ocağı.” Şehirden anladıkları bunların toplamı. Bu toplamdan bir “ruh” ortaya çıkıyor mu? Tasarlayanlarda olmayan şey tasarlananlarda olabilir mi?

Haftaya bu konuya devam edeceğiz…

(Günebakış, 25 Mayıs 2011)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder