26 Mayıs 2011 Perşembe

"ŞEHİRCİLİK BAKANLIĞI" VE ENDİŞELERİMİZ -II-

Yahya DÜZENLİ
duzenliyahya@gmail.com

Kurulması düşünülen “Şehircilik Bakanlığı” ile ilgili endişelerimizi anlatmaya devam ediyoruz.

Türkiye, Osmanlı’dan bu yana 88 yıldır hiçbir “yeni şehir” kuramadı. Cumhuriyet ideolojisi kendi mimarî stilini bile belirleyemedi, oluşturamadı. Şehircilik adına mevcut şehirlerin ya tahribi veya kontrolsüz büyümesinden başka bir şey yapılmadı.

Bugün eğer idraklerimizde “şehir ve medeniyet tasavvuru” olsaydı, bu tasavvuru tasarıma/inşaya dönüştürecek teknik imkânlara sahip olma avantajıyla “yeni örnek şehirler” oluşturulabilirdi. Ama bu müthiş imkânlar heba edildi, boşa harcandı.

Var olan tarihi şehir ve mimarî örneklerimiz, sadece “seyirlik” bir merakın ötesinde, modern zamanlara taşınması gereken, idrak ve inşa edilmesi gereken bir sürekliliği de ihtar eder. Böyle bir idrak olmadıktan sonra kurulacak “Şehircilik Bakanlığı”nın isminin ötesinde bir anlamının olmayacağını söylemeye gerek yok.

Her yeni kurum ve birimin ihdasında aynısı olmuştur ve görünen odur ki aynısı olacaktır.

Tarihsel şehircilik ve mimarî birikimimizden modern zaman şehirleri çıkaracak, yönetici bir irade, teknik kadro ve bürokrasinin bulunmayışı bir yana, böyle bir kaygının olmayışı, ülkemizin tarihî şehir ve mimarî zenginliğini de ‘fosil’ haline getiriyor. Sadece bu vebal bile herkese yeter de artar !

Nasıl bir şehir, nasıl bir şehircilik bakanlığı?.. gibi temel sorularla siyasîlerin ve bürokratların zihinlerini yormaya hâcet yok. Çünkü ortada kendilerinin de bütününü kuşatamayacakları, derinliğini bilmedikleri bir ‘yapılanma’ya gidecekleri anlaşılıyor. Kuruluş yasası, alt birimleri bir yerlerden kopya edilir olur biter. Öyle değil mi ya, Amerika’yı yeniden mi keşfedeceğiz??? Dünyada uygulamaları yok değil ya! Yeni bir kopyalama yöntemiyle iş halledilir (!)

Şehircilikte kopyalama, insanları ‘karbon haline getirmek’le neticeleniyor.

Şehircilik davasında da önce ‘yabancılaşma’, sonra ‘benzeme’, sonra ‘kendi olmama’, sonra da büsbütün ‘yok olma’ böyledir işte. Tedrîci, evrimci bir süreçtir.

İşte böyle bir “mesut cinayet”e yol veriyor/verecek Şehircilik Bakanlığımız.

Ortada henüz sadece ismi var. Ama ismi belirdiğine göre cismi de yolda olsa gerek. Siyasî irade doğuma karar verince doğum hemen gerçekleşir. Vaktini beklemeye, doğum şartlarını hazırlamaya gerek yok. Doğumun sancısız olacağı görülüyor. Ancak, çoğu kez sancısız doğumlar prematüre, spastik, özürlü canlılara sebep olur. Ülkemizin “yapılanma haritası” bunun mebzûl örnekleriyle dolu…

Üzerinde çılgınca dolaştığı hazinelerinden habersiz, gözü sürekli yaban ellerde, onlardan iane ve medet bekleyen bir ülkenin yaşayabileceği dramın sonu kendi hazinelerinden daha da uzaklaşmak ve giderek kendini tanıyamamak gibi bir akıbet olacaktır.

Çünkü “şehir kurmak”tan anladığı “istif depoları” veya “hangar”lar olan bir zihniyetten başka bir şey beklenmez.

Ortada hazmettiğiniz, özümsediğiniz bir tarih, medeniyet, gelenek ve kültür temelli bir şehir idraki yok ki modern zamanlarda inşa ve ihya derdi çektiğiniz şehircilik bakanlığınız olabilsin..

“Tarih ve Medeniyet” kavramını ‘hamaset’ malzemesi yapanlarla, bu kavramdan nefret edenler, aslında aynı kavşakta buluşuyor. Tarihe baktığını zannedenlerin de, tarihten kaçanların da akraba oldukları işin finalinde anlaşılabilecek.

Tarihî idrak; geleceğin inşasıdır, geleceği kurmaktır. Tarihî şehir idraki de, geleceğin şehrinin inşa şartıdır.

Şuuraltı komplekslerden bir türlü temizlenememiş toplumların yöneticileri, “güç zehirlenmesi”nin verdiği kibirle böyle bir “tarih ve medeniyet idraki” ihtiyacından ve bu ihtiyacın doğuracağı “inşa”dan müstağnidirler (!)

Tekrar edelim: “Şehircilik Bakanlığı”na karar veren iradenin “şehir idraki” olduğundan emin değiliz. Gecekonduları ortadan kaldırma adına metropollere yeni yamalar şeklinde “ek”ler yapmak şehir idrakini göstermiyor.

Türkiye, cumhuriyet tarihinde benzeri olmayan bir fırsatı 8,5 yıldır yakalamışken, yâni tek başına bir siyasi irade ile yeni ve yaşanılabilir şehirler inşa edebilecekken maalesef TOKİ ve yerel yönetimlere emanet edilen bu hayatî görev kötüye kullanılmıştır. Şehirlerimiz, iyi-doğru ve güzel bir yüz ve muhtevaya kavuşabilecekken, kötü-yanlış ve çirkin bir silüete büründürülmüş, insanlar kaos ve beton hangarlarda yaşamaya mecbur edilmişlerdir.

İnsanların mı, robotların mı inşa ettiği belli olmayan ‘toplu insan tüketimi’ne memur şehirleri “marka şehirler” veya “vizyon şehirler” olarak nitelemek, iddialarınız ne olursa olsun tarihî şehir mirasımıza tam bir yabancılaşmadır.

Kimileri, bu satırları ‘nostalji’den, ‘fantezi’den, ibaret görse de biz, şehrin tıpkı vücudumuzdaki tüm organlarımızın bize emanet edildiği gibi bir ‘emanet’ olduğunun idrakiyle yazmaya devam ediyoruz, edeceğiz.

Modern zaman şehirlerinin “nasıl inşa edilmesi”ne dair ne kitap okuma ihtiyacı, ne de modern zamanlarda inşa ve ihya derdi çekmeyen, şehir adına okudukları ofis duvarlarındaki plan notları olanların imar ve inşa edecekleri şehirler, insan cesetleriyle dolu morglardan ibaret olacaktır.

Bu şehirlerde yaşayacakların tek bir iradî hürriyeti olacak. O da; ‘şehir kurma’nın ‘şehir yıkma’dan farksız olduğunu anlamayan ‘şehir gardiyan’larını alkışlamaya mahkûm olmak… Böylece sadist bir zevk duyma trajedisine davet ediliyoruz.

Bu eleştirilerimize rağmen, gene de kurulacak “Şehircilik Bakanlığı”nın şehirlerimize musallat yeni bir hayalet olmamasını dileyerek, siyasî ve bürokratik kurucularının öncelikle büyük muhakkik mimar Turgut Cansever’in eserlerini hazmetme zahmetine katlanmalarını tavsiye edelim.

Bir de “tarih, şehir ve medeniyet” sınavından geçirilmeleri…

Kim geçirecek? Kim geçirilecek? O da meçhul ya…

İnşallah endişelerimizde yanılırız!

(1 Haziran 2011)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder