Yahya DÜZENLİ, 8 Nisan 2009
Uzun ve hareketli tarihi boyunca büyük tarihsel dönüşümler yaşamış bir “medeniyet şehri” olarak Trabzon’a baktığımızda; kendisini şehir dokusuyla farklı kıldığı gibi, insan karakteriyle de farklı kılan özelliklerini görüyoruz.
Tarihi bilgilerimize göz attığımızda; M.Ö. 300’lerde Büyük Roma imparatorluğu’nun bile başa çıkamadığı bir “şehir devleti” olan Trabzon; kadîm zamanlardan bugüne kadar içinde barındırdığı “insan karakter”iyle de ‘coğrafyasını aşan’ bir dinamizme sahiptir. Bu dinamizm Trabzon’da sürekli ve tükenmez bir menba’dır. Yunus’un “Her an yeni doğarız; bizden kim usanası !” dediği türden bir insan havzasıdır Trabzon. Bu havzanın insanı “yatağını bulduğu” zaman son derece üretken ve muvafık; yatağından koparılmaya çalışıldığı zaman da ciddi bir “muhalif” olarak öne çıkmıştır. Bu anlamda Trabzon zaman zaman “muhalif” ve “meşakkatli” bir şehirdir. Bu muhalefet; ‘tepkiye kilitlenmiş’ bir muhalefet değil; medeniyet şehri olmaktan kaynaklanan bir muhtevaya dayalı muhalefettir. Bu muhalefet ve meşakkati “doğru okuyamamak”, son yıllarda olduğu gibi yatağından saptırılmış, yapay bir damar açma gayretlerini gündeme getirmiş ve olması gereken Trabzon imajı yerine ‘oluşması istenen’ bir Trabzon imajı öne çıkarılmaya çalışılmıştır. Güya Trabzon’un imajını ‘düzeltme’ gayretkeşliği adına “şehrin ruhu”yla asla örtüşmeyen bir yığın ‘çöpe atılacak’ malzeme yığılmıştır.
Trabzon’un genlerinde saklı bir şahsiyet ifade eden “muhalif” duruşunu çok gerilere götürmeden, “Trabzonluluk” ruhunu birinci mecliste Trabzon milletvekili olan büyük şahsiyet “Şehid-i muazzez” Ali Şükrü Bey’de görmek mümkündür. Birinci meclisteki tutarlılığı, cesareti ve ahlâki tavrıyla meclisin sembolü olan bu “büyük duruş adamı” vesilesiyle o günlere yâni cumhuriyetin ilk yıllarına (1923’lere..) gittiğimizde Trabzon’un nasıl “muhalif” ve “meşakkatli” bir şehir olduğuna şahitlik ederiz.
Uğur Mumcu’nun “Kâzım Karabekir Anlatıyor” isimli kitabından kesitler halinde yapacağımız alıntılar; cumhuriyetin kurucularının gözünde Ali Şükrü Bey vesilesiyle “Trabzon” ve “Trabzonluluk”un ne anlam ifade ettiği görülecektir.
Meclisteki muhalif duruşunun birilerini müthiş rahatsız ettiği Ali Şükrü Bey’in 23 Mart 1923 günü aniden ortadan kaybolması üzerine mecliste yaşanan sert tartışmalarla ilgili Kâzım Karabekir şunları yazıyor:
“Ne kötü tesadüftür ki, bugün Trabzon mebusu Ali Şükrü Bey’in ortadan kaybolması ve bunun da Mustafa Kemal Paşa’nın muhafız taburu komutanı Topal Osman Ağa’nın bir cinayeti olarak ortaya yayılması, Ankara havasında bir samimiyetsizlik ve itimatsızlık uyandırmaya sebep oldu. Yeni intihaba karar verildiği bir günde, Ankara’da matbaa açmış ve gündelik bir siyasi gazete çıkarmaya başlamış bulunan bir muhalif mebusun ortadan yok edilmesi çirkin olduğu kadar tehlikeli bir işti. Bunu muhalif mebuslar, doğrudan doğruya Gazi’den biliyorlar ve tevkif müzekkeresi çıkarmaya kadar da ileri gidiyorlardı….
…14 Ocak günü trenle Bursa’ya ayrıldığımız gün Gazi’nin Cevat Abbas Bey’e, Ali Şükrü Bey ve matbaası hakkında söylediği şiddetli sözler ve benim kendilerini teskinim gözlerimde canlandı…. Ali Şükrü Bey’in cenazesi İkinci Grup’un elleri üstünde Meclis kapısına getirildi ve ‘ikinci kurban gidiyor’ diye haykırışmalar oldu... . Ali Şükrü Beyin cenazesi İstanbul’dan geçilerek Trabzon’a götürülmek isteniyordu. Bunun şu aralık sebep olabileceği tezahürler memleket hesabına çok zararlı olabilirdi. Cenaze, hükümetin kararı ile İnebolu üzerinden Trabzon’a götürüldü. Akşamüstü de Millet Meclisi’nin kararı ile Topal Osman’ın cesedi Meclis binası önünde asıldı…
Kazım Karabekir, yeni meclise seçilecek milletvekilleri konusunda Gazi ile görüşmelerinde Gazi’nin “Ben muhalif istemiyorum…” dediğini ve “kendisine sözle ve yazıyla en çok sadakat gösterenleri, birinci Meclis’te fiiliyatıyla bu emniyeti kazananları ve hemen bütün karargâh mensuplarını namzet gösterdiği”ni belirtiyor.
18 Temmuz’da Trabzon’dan gelen haberler Gazi’nin canını çok sıktı. Ali Şükrü Bey cinayeti, gazete sütunlarında kendisine atıf olunuyordu. Trabzon hakkında Sivas Kongresi sırasında da çok sert hareket etmek istedikleri zamanda mani olmuş ve ikna her şeyin başıdır diyerek icab eden iyi tedbirlerle işleri yürütmüştüm. Şimdi vaziyet daha da nazikleşmişti.
Uğur Mumcu, Kazım Karabekir’in ağzından devam ediyor:
“M.Kemal Paşa bana şunu söyledi: Trabzon’da kaynayan bir kazan var. Sen bunu vaktiyle söndürmedin. Şimdi de yine kaynamaya başladı. Bu sefer kuvvetli bir yumruk hak ettiler. Bunu nasıl yapmayı muvafık bulursun?.. Müdafaa-i Hukuk merkezinin büyük suistimalleri de varmış.” Karabekir Gazi’ye “Gayr-i kanuni hiçbir icraata taraftar değilim. Bilhassa şu aralık. Bunun için arkadaşlardan mürekkep bir heyet göndeririz….” Cevabını verir ve “ Bu tarz muvafık görüldü” der. Uğur Mumcu şunu da kaydeder: “Trabzon’lular Kazım Karabekir’den milletvekilleri olmalarını isterler.” Ancak Karabekir bazı gerekçelerle kabul etmez.
O yıllarda Trabzon’da cereyan eden Mustafa Suphi ve arkadaşlarının katledilişi, bu ölümlerin tertipçisi olan Kayıkçılar Kâhyası Yahya Kaptan’ın öldürülmesi, Ali Şükrü Beyin katli, vs. vs. cumhuriyetin ilk yıllarında Trabzon’un nasıl bir muhalif ve meşakkatli bir şehir olduğunu ortaya koyuyor. Birbirine geçmiş girift ilişkiler yumağını sağlıklı bir şekilde çözmekte 86 yıl sonra, bugün bile oldukça zorlanıyoruz.
Birçok yorumların yapılabileceği Kâzım Karabekir’in bu hatıralarına dair herhangi bir yorum yapmadan, sadece 86 yıl öncesinde de Trabzon’un Ali Şükrü Bey’in şahsında duruşu sarsılmamış “muhalif” şahsiyetler çıkardığına ve de çıkarabileceğine dikkat çekmek istiyoruz.
86 yılda ne değişti ? Bütün yabancılaştırma, yönlendirme, ifsat gayretlerine rağmen Trabzon aynı insan, ruh ve karakteriyle bugün ortada… “Şehrin ruhu” harekete geçme potansiyeli taşıyan canlı bir organizma gibi varlığını koruyor. Ancak tek bir farkla.. “Büyük Trabzon enerjisi”ni atıl alanlarda harcanmasının formülünü adeta bulmuşlar gibi… Bugün bu enerjinin harcandığı en yaygın atıl alan: futbol ve türevleri ve benzeri yapay etkinlikler…
Trabzon; kendine özgü şartları ve dinamikleri olan bir şehir… Aslında şehrin enerjisini negatif tarafından toprakladığı futbolu da Trabzon’un sürekli ‘dinamik’ yapısıyla ilişkili düşünmek gerekiyor. Her alanda olduğu gibi, şehrin “doğru dinamikler”inde de boşluk bırakmamak gerekiyor. Çünkü;“Tabiat boşluktan nefret eder”.
Trabzon; “gen”lerini geleneklerine taşımış, tahkim etmiş bir şehir olarak “gen’lerinin teste tahammülü olmayan bir şehirdir.
“Trabzon’u anlamak” bu “gen”leri anlamakla olur. “Trabzon’u anlamak” çığırtkanlıkları, etkinlikleri, sempozyumları ve serenadlarıyla Trabzon anlaşılmıyor. Trabzon’dan daha da uzaklaşılıyor, giderek Trabzon’un görüntüsü flûlaşıyor. Trabzon flulaşmıyor, ona bakan gözler miyoplaşıyor.
Trabzon; manipüle edilmediği zamanlarda “neye muhalefet edeceğini” de “neye muvafakat edeceğini” de bilen bir şehirdir.
“Muvafakati”yle de “muhalefet”iyle de, “meşakkat”iyle de nasıl bir Trabzon tahayyül, tasavvur ve tarif ediyoruz. Ve bu Trabzon’un bugünkü hakikati nedir? Mesele budur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder