22 Haziran 2009 Pazartesi

TRABZON'DA "URBICIDE !" -III- -Soykırım belgeleri-


Yahya DÜZENLİ, 1 Temmuz 2009


Ne kadar zorlanırsa zorlanılsın sonuna kadar tarihten kaçılamıyor. Kaçabilirsiniz fakat kaçtığınız tarihin her an ayak seslerini duymaktan kurtulamazsınız. Meydan yerinde olmasa da tarih sizi bir ara sokakta yakalıyor. Kadîm bir tarih ve medeniyeti terkedip yapay bir ulus-devlet inşasının gereği olarak “eskiyi unut, yeni yolu tut” nakaratlarıyla hafızaları silmeye çalışıp, “yeni rejim” ve ve buna uygun “yeni dil-kültür-tarih” imal etme hummasına tutulanların ilk önce ‘mezarlıklar’a yürümesi başka nasıl izah edilebilir?
Tarihî mezarlıklarımız medeniyetimizin ‘mahya’larıdır. Varlıklarıyla, çağrıştırdıklarıyla tarihimiz, hafızamız gizli o mezarlıklarda. Bunları yerinden söküp atmak tarihimizi, hafızamızı söküp atmaktır.

Bu çizginin devamı olarak; Trabzon 1937’de, belki de ancak barbar istilâcıların yapabileceği bir ‘katliamı’ yaşamıştır. Latinlerin “Urbicide: Şehirde soykırım. Şehrin soykırımı. Şehir soykırımı.” dedikleri türden bir katliam. İmaret-i Hatuniye’nin ‘Atapark’a dönüştürülmesiyle sonuçlanan bu ‘soykırım’a bundan önceki iki yazımda değinmiştim. Bugünkü yazımızda bu soykırım’a şahitlik eden daha doğrusu ‘soykırımın mimarı’ Genel Müfettiş Tahsin Uzer’le, İmaret mezarlığında babasının kabri bulunan Galip Kemalî Bey’in yazışmalarına yer vereceğiz. Bu iki “müthiş” belgeyi çok fazla yorum yapmadan dikkatlerinize, idraklerinize sunacağız.

Bu iki belge, kadîm gönüldaşım, ağabeyim İsmail Hacıfettahoğlu’nun Ankara’da bir sahaftan temin ettiği 1946 yılına ait “İş-Aylık Felsefe, Ahlak ve İçtimaiyat Mecmuası”nda yayınlanmıştır. Şehrimizle ilgili aynı ‘duyarlılıkları’ paylaştığımız İsmail Beyin dikkatinden kaçmayan bu iki mektup-belge, doğru okuyana, okuyup anlamak isteyene, şehrinin tarihsel genlerinin nasıl tahrip edildiğini anlamak isteyenlere çok şey söyleyecektir.

1937 yılında Genel Müfettiş, Milletvekilliği ve Valilik yapmış, Atatürk’ün çocukluk arkadaşı Selânik’li İttihadçı Tahsin Uzer’in Trabzon İmaret Mazarlığı’nı ortadan kaldırıp Atapark’a dönüştürmesi üzerine eski Moskova Büyükelçisi Söylemezoğlu Galip Kemalî’nin kendisine yazdığı mektubu ve Tahsin Uzer’in cevabını ibret ve dehşetle okuyacağız.

Sözkonusu dergi, mektupları yayınlarken, “Mektuplar ve Karakterler” başlığıyla şöyle bir not düşer:

“Mektuplar insanların en mahrem taraflarını bildirir. Bunların, nihayet birkaç kişi arasında kalacağı düşüncesi, biz insanları daha samimi görünmeğe, cibilliyetimizi daha açık göstermeğe sevkeder. Bu nüshamızda elimize geçen iki mektubu neşrediyoruz. Birinci mektup pek âfâkî bir iş için yazılmıştır. İkinci mektup ise kafası sakat bir zavallının nasıl yoktan bir takım safsatalara düştüğünü göstermektedir.”

Önce Söylemezoğlu Galip Kemali Bey’in mektubu:

“Trabzon’da Üçüncü Müfettiş Tahsin Bey’e !

Pek muhterem ve aziz kardeşim;

Bu mektubu size büyük bir teessür ile yazıyorum. İşittiğime nazaran Trabzon’da Zağanos köprüsü civarındaki kabristan oradan kaldırılmış veya kaldırılması mukarrer imiş. Orada büyük pederim Söylemezoğlu Mehmet Timur Fenni Efendinin kabri vardır.

Ailemiz aslen Kiğı kazasının Hınıs köyündendir. Dördüncü Murat devrinde Erzurum’a muhaceret etmiş, bilâhara Trabzon’a yerleşmiştir. Büyük babam ise Mahmud-ü Adlî ricalinden olup Gümüşhane Eminliğinde bulunmuş âlim, edib, şair imiş. Konya valiliğinde vefat eden babam Ali Kemalî Paşa, amcam Kastamonu valiliğinde ölen Ethem Pertev Paşa gibi iki büyük adam da yetiştirmiştir.

Ölüsüne hürmet etmesini bilmeyen bir milletten dirisine de hayır gelmez. Mezarlık kaldırıldı ise acaba merhumun bakiye-i izamı ne oldu? Kabristanın nakli mukarrer ise merhumun kabrinin olduğu gibi başka münasip bir mahalle benim hesabıma nakline delâletlerini hassaten rica ederim.

Bu baptaki lutuf ve delâletinize şimdiden teşekkür eder, tebşiratınıza intizar eylerim efendim.
15 Eylül 1937. Sabık Moskova Sefiri Söylemezoğlu Galip Kemalî “

Galip Kemalî’nin bu “asil” ve “ahlak abidesi” mektubuna Tahsin UZER’in “küfürname” niteliğindeki cevabı:

“ Cevap. T.C. Umumi Müfettiş. Hususi Kalem

Sayın Bayım;

Diriler arasında yatan bir ölünün başka yere kaldırıldığından endişe ederek yazdığınız mektubu aldım. Bu yazılarınızı bizzat Trabzonluların düşüncesine aykırı bulduğumdan onların telâkki ve inkişaf emellerine bu yüzden hail olmamak için büyük vatana hayat veren Büyükler Büyüğüne de takdim ettim.

Mezarlık henüz kaldırılmamıştır. Fakat, o mezarlığın dibinde beşyüz mektep evlâdının gül gibi çehrelerini gam ve kasvet veren insan enkazı ile sarartmak ve bu yavrucakları daha bu bahar yaşlarında ölü düşüncelerine karıştırmak istemiyoruz. Onun için icmai ümmetle, yani memleket kararı ile bu İmaret Mezarlığını kaldıracağız. Aynı zamanda bu İmaret Mezarlığı güzel Trabzon’un tam göbeğinde, Soğuksu’yu ve diğer sayfiyeleri şehre bağlayan büyük yolun iki tarafındadır. En sathî bir nazar bile bu şekilde yeis ve keder yuvasına tahammül edemez.

Buralarda yatanlara mensup olanların İmaret Mezarlığında bulunan kemikleri diledikleri gibi hürmetle ve merasimle kaldırabileceklerini bir aydan beri gazeteyle ilân etmekteyiz.

Her sabah gözlerini bir hayata, Türk milletinin nurlu istikbalini hazırlamak için canlılığa açmasını istediğimiz vatan evlâtlarının ölülerle baş başa yaşamasına tahammülümüz olmayacak bir devirdeyiz. İleri milletler arasında olduğumuz için onlar gibi biz de ölülere hürmet etmesini pekâlâ biliriz. Şehrin kenarında, yaşayanlardan, yaşamak isteyenlerden uzakta, etrafı sarılı güzel bir mezarlık yaptık. İçerisini de çiçekle, ağaçla bezeyeceğiz. Evinin bahçesine mezar taşı dikmenin ve ona her gün bakarak ağlamanın ölüye hürmet eseri olduğunu iddia edecek kadar kara ve dar düşünmeyiz. Atatürk dünyası gülen ve ağlamasını sevmeyen bir hayat dünyasıdır.

Şahsî, hasis menfaati uğrunda birçok aile yuvası yıkan, haksız yere asil Türk kardeş ve evlât kanı akıtan bir adamın mezarı üzerinde senelerce duran taşları kaldırdık. Belki de bunun akisleri kulaklarınıza çarptığı için o uzun mektubu yazmağa lüzum gördünüz. İnkılâp güneşi doğduğundan beri bu memleket, âbideleri, kendisine iyilik edenler ve refahı halleri uğrunda çalışanlar için dikilecek ve kendi fenalıklarını isteyenleri ayırt edecek kadar hayatiyet davasını anlamıştır. Böyle bir halkın, kendi beldelerinin imarı için vereceği kararlara hürmet etmekte isabet olacağını arzeder, saygılarımı sunarım. 23/9/1937. Tahsin Uzer “

Her yorumun, her iki mektubun da manasını anlamayı engelleyeceği iki dehşet mektubu sadece şehriyle ilgili idrak ve mes’uliyet sahiplerine sunuyoruz.

Her iki mektubu yayınlanan sözkonusu derginin altındaki yayıncı notu da müthiş. İşte not:

“Mezarın sonradan ne olduğu, yaptırılıp yaptırılmadığı bizi alâkalandırmaz. Asıl mesele öyle bir mektuba böyle bir mektup ile cevap verilmesidir. Bunları neşretmekle karakteroloji mensuplarına emsalsiz bir vesika temin ettiğimizi, Nisan Yağmuru hikâyesini geride bırakan bir hikâye karşısında kaldığımızı, yüksek idare mekanizmalarının başında nasıl bir muhakeme cihazına sahip kimselerin bulunduğunu objektif bir şekilde gösterdiğimizi zannediyoruz. İşin gerisini ruh tahlilcilerine bırakalım. – A.H.”

Biz de Galip Kemalî Bey gibi bitirelim: “Ölüsüne hürmet etmesini bilmeyen bir milletten dirisine de hayır gelmez.”

Şu andaki Atapark’ın yanından geçerken ve üzerinde dolaşırken kimlerin üzerinde dolaşıyoruz haberimiz var mı?

Trabzon Trabzon olalı ne zulümler görmüş meğer !

Uğraştırılıyor, takatsiz-mecalsiz bırakılmak isteniyor, ‘kendisi olmamak, kendisinden kaçmak’ için yorduruluyor. Heyecanları, potansiyeli, insanının sinir sistemi manipüle edilmek isteniyor. Hiç de layık ve ilgili olmadığı alanlarda tüketilmek isteniyor.

Ama halâ ayakta, halâ direniyor, halâ akciğerleri temiz ! Bu akciğerler yabancı iklimlerin rüzgârlarını içine çekemeyecek kadar sterildir diye düşünüyoruz.

NOT: Yazılarımızı üzerine bina ettiğimiz “urbicide” kavramını bize hatırlatan Atlantik ötesinde doktora yapan fizikçi genç gönüldaşım Şener’e teşekkürler…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder