YAHYA DÜZENLİ, 18 Şubat 2009
Ruhunu ve anlamını kaybetmiş bazı ‘icad edilmiş gelenek’lerimizin başında “kurtuluş günleri” geliyor. Biraz düşünüldüğünde tarihî ve toplumsal genlerimizle uyuşmayan “kurtuluş günleri”nin ihdasını biraz irdelediğimizde ilginç etimolojik kalıntılara-bulgulara rastlıyoruz.
Önemli bir kadîm medeniyet şehri olan Trabzon ve 24 Şubat vesilesiyle “kurtuluş günleri”ne yerleşik şablonun dışından bakmanın önemli olduğuna işaret etmek gerekiyor…
“İttihad ve Terakki Çetesi”nin çılgın marifetiyle 1.Dünya Savaşı’na sokulan Osmanlı’nın, Doğu cephesinde de Ruslar tarafından işgaliyle birlikte 1916’da Trabzon işgal edilir. Yaklaşık iki yıl devam eden işgal boyunca, her işgal gücünün yaptığı gibi şehirde önemli değişiklikler, olaylar olur. İç kısımlarda yerli halkla Ruslar arasında önemli mevzi çatışmalar meydana gelir. 1917’de Rusya’daki Bolşevik ihtilalinin arkasından Ruslar 1918’de çekilirler ve Trabzon’u terk ederler. Daha sonra 24 Şubat tarihi “Trabzon’un kurtuluşu” olarak kabul edilerek yıllardır kutlanmaya devam edilir. Bu köşe yazısının konusu Ruslar’ın Trabzon’da yaptıkları ve yerli halkın direnişi vs. değil. Sadece, içeriden ve halk tabanından değil de yukarıdan ve dayatmacı bir şekilde literatürümüze ve hayatımıza sokulan “şehirlerin kurtuluş günleri” nin altyapısı ve anlamına işaret etmek istiyoruz. Hamaset ve kahramanlık söylev ve gösterileriyle ‘tasarlanan ve istenilen istikamette’ canlı tutulmaya çalışılan, kimisi efsaneleştirilmiş ‘kurtuluş günleri”ne değinmek istiyoruz. Tabii ki Trabzon ve 24 Şubat vesilesiyle…
Hesaba göre bu yıl “Trabzon’un düşman işgalinden kurtuluşu”nun 91. yıldönümü.
Hemen hemen tüm şehirlerimizin ‘imal edilmiş kurtuluş’ günleri vardır ve bu günler zorlama, yapay heyecanlarla devlet eliyle kutlanmaya devam edilir. “Şehirlerin kurtuluşu” icadı nereden çıktı? diye sorarsanız, herhalde İttihatçı geleneğin cumhuriyet döneminde tek parti ceberut devri icad ve uygulamalarının uzantılarından olduğuna vurgu yapmak gerekiyor..
Bu konuda resmî yönetmelik bile çıkarılmış. Mahallî Kurtuluş Günlerinde uygulanacak esas ve usuller de ayrıntılı olarak yönetmelikle belirlenmiş. Yönetmeliğin yasal dayanağı ise; 1930 yılında çıkarılan “1624 sayılı Dahiliye Vekaleti Merkez Teşkilat ve Vazifeleri Hakkında Kanun’a 4445 sayılı Kanunla eklenen ek madde” olarak belirtiliyor. 12 eylül darbesinden sonra 1982’de yenilenen yönetmeliğin adı “Mahalli Kurtuluş Günleri, Atatürk Günleri ve Tarihî Günlerde Yapılacak Törenler”. Meraklılarına resmî gazetede tarih ve sayısını da belirtelim: 05/04/1982 – 17655. Yönetmeliğin amacı da şöyle açıklanıyor: “Mahalli kurtuluş günleri, Atatürk günleri ve tarihi günlerin anlam ve önemine uygun olarak coşku ile kutlanmasını sağlamak ve böylece Büyük Atatürk’e ve ilkelerine bağlılığı geliştirmek ve ulusal birliği pekiştirmek…”
Yönetmeliğin yayınlanması ve muhtevasından da anlaşılıyor ki, tıpkı tek parti dönemi yetkililerinden birisinin “bu memlekete komünizm gerekirse onu da biz getiririz!” mantığına uygun “kurtuluş kutlama” uygulamaları. Birçok şehrimiz ve ilçemizde bu kurtuluş kutlamaları resmî erkân ve formatın dışına çıkmaz. Halk ise, bir türlü ‘bayram coşkusu’na itibar etmez, katılmaz. Çünkü dışarıdan zorlama verilmeye çalışılan elektrik enerjiye dönüşmüyor.
Kadîm tarihi boyunca biçok istilalar, işgaller gören Trabzon yıllardır neyi kutluyor? Hangi işgalden kurtuluşunu kutluyor? Veya şöyle soralım: İşgal edildiği günü sürekli diri tutmak, hem tarihsel genlerimizle, hem de Trabzon’un duruşuyla örtüşüyor mu? Çelişmiyor mu? Kurtuluş törenleri/kutlamaları Türk devlet ve toplum geleneğine de aykırı. “Kurtuluşu kutlama”yı gelenek haline getirmek, şuuraltında “işgal ve tutsak edilme”yi gizli bir varlık şartı haline getirmek anlamına gelir. İlleri, ilçeleri hatta köylerine kadar önce işgal günleri, sonra bu işgalden nasıl kurtulduğunu övünerek, gururla her yıl ilân etmenin psikolojisinde birilerinin tasarladığı, birilerinin de derin bir kompleks koridoruna sokulduğunu anlamak gerekiyor. Şairin söylediği gibi “şecaat arzederken sirkatin söyler” cinsinden bir kahramanlık gösterileri arzediyor kurtuluş günleri, törenleri… Trabzon’la ilgili kurtuluş sıralaması da ilginç: 24 Şubat Trabzon-Arsin-Yomra’nın, 25 Şubat Maçka ve Araklı’nın, 26 Şubat Sürmene’nin, 27 Şubat Çaykara’nın, 28 Şubat da Of’un kurtuluşu olarak kutlanıyor… Adeta cetvelle santim santim ayarlanmış çizilmiş günler…
Şunu sorguluyor mu Trabzon ve Trabzon’lular? Güneşin 700 yıl batmadığı-aydınlattığı bir medeniyetin sönmesinde, parçalanmasında en büyük pay sahibi olan İttihad ve Terakki çetelerinin ilk örgütlendiği şehirlerden birisi Trabzon’dur. Medeniyet köklerimize ilişkin hiçbir iz kalmaması için var gücüyle baskı uygulayan ceberut tek parti dönemi zulümlerinin en yoğun yaşandığı şehirlerin başında da Trabzon gelir. Bu gerçeklerle baktığımızda; hangi kurtuluşu niçin kutla(ma)yacağımızı daha iyi anlarız. Bugün “kurtuluşu kutlama” değil, neredeyse “rahmet okutulacak” derecede kahramanlaştırılan bu ittihatçı komitacıların çılgınlıkları, maceraları ve cumhuriyet döneminin tek parti ‘ceberrut’larının despotlukları anlatılmalı Trabzon’lulara… Prof. Kemal Karpat’ın ifadesiyle; “memleketin ve halkın sahibi ve onun yerleşmiş kültürünü, tarihini, kimliğini istediği gibi değiştirmekte serbest olduğu eğilimini göstermiş… tek parti diktatoryası kurmuş ve toplum bünyesinde etkileri halen devam eden yaralar açan…” bir tek parti ceberrutluğu…
Kurtuluş günleri; kökleri binyıllara uzanan bir medeniyet tarihinden koparılıp “kurgulanmış” bir tarih imal etme ve toplumda bunun bilincini oluşturmanın da önemli malzemeleri olarak da tasarlanmış. Bütün illerimize, ilçelerimize, beldelerimize hatta köylerimize kadar “özel programlar” uygulanmasına rağmen tutmayan bir “proje”nin parçaları…
Üstad Necip Fazıl’ın Tek Parti ceberrut döneminde, önce 1943’de “Kurtuluş”, sonra 1946’da bazı değişikliklerle “Kurtuluştan Kurtuluş” başlığı altında yazdığı yazı konumuzu aydınlatan, Trabzon’un niçin “kurtuluşa ihtiyacı olmadığı”na ilişkin önemli tarihî metin niteliğinde…
İşte Üstad’ın sözkonusu yazısı:
“Her sene şahit olur, dururuz.
Filan ve falan kurtuluş bayramı!... Sancak, mızıka, rozet, kumanda, yedi sütun üzerine başlık, nutuk ve başmakale, fıkra, telgraf, tebrikler.
Niçin?
Filan zamanda ve falan şekilde kurtulmuşuz!...
Vatanımızın filan zamanda ve falan şekilde kurtuluşu, bize ait kalışı ruhlarda o kadar tabii bir hadise olmalı ki, bunu her vesileyle kutlama teşebbüsü, bu kurtuluştan ve bu aidiyetten şüphe etmek gibi bir duygu ukdesi belirtmeli bize… Frenklerin “kendisini küçük ve aşağı görme ukdesi” diye anlattığı bir his düğümünü, zahirde üstelik (Herkül) tavrı takınan yüreklerden ne gün söküp atacağız?
Üstü gurur, altı sefalet !..
Azad edildiği günü her defa kutlayan bir köle, ayağa kalktığı saati boyuna tesbit eden bir kötürüm, dilinin çözüldüğü mevsimi habire ziyafetlere boğan bir kekeme, ruhunda bir türlü hürriyetin, sağlamlığın ve konuşabilmenin hak, liyakat ve emniyetine ulaşamamak korkusunu beslemiş olmaz mı?
Dostumun beni sevmekte, talebemin bana saygı duymakta, kalemimin daima işlemek liyakatini göstermekte devam ettiğini, her münasebetle kutluyor muyum?
Bunlar, Allahın verdiği ve hamdini mahrem bir lisanla yalnız kendisine bağladığı, en tabii hak, liyakat ve emniyet çerçevem…
Kötü bir hadiseden kurtuluş, o hadiseye uğramaktaki fena şartlardan tam manasiyle uzak kalınarak onu unutmak ve ebediyen kara defterden silmekle olur.
Yeter artık, bu beylik (tören) esnaflığı !... Asıl bundan kurtulmak istiyoruz !”
Üstad’ın manifesto niteliğindeki bu yazısı Trabzon için de kitabe niteliğinde.. Trabzon; kurtuluş günlerini kutlamayı bilinçaltı ukdesi haline getirmemesi gereken bir medeniyet şehri olma özelliğiyle, “kurtuluştan kurtulmak” şartlarına sahip bir şehirdir !
Diğer şehirler bunun üzerinde düşünürler mi bilinmez, ama Trabzon; İttihatçı gelenek ve Tek parti döneminin “kurtuluş efsaneleri”nden kurtulmalı diye düşünüyoruz. Trabzon’un “aklı başında” olan devletlûları, aydınları, gelecek kuşaklara nasıl işgal edildiğimizi, işgalden nasıl kurtulduğumuzu, hamasî yiğitliklerimizi değil, bir medeniyet şehri olarak nasıl ihmal edildiğimizi kavramalı ve aktarmalılar…
Medeniyet şehri olmanın gereği: işgal ve kurtuluşu içselleştirmek değil, “kurtuluştan kurtulmak”tır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder