“Ölüp de ölmeyenler” bağlamında
NECİP FAZIL ‘ANILMALI’ MI?
Yahya DÜZENLİ, Yeni Şafak, 2559.1999
“bir tesirim varsa eğer
ya budalaca coşturuyor
ya da kusturuyor”
N.F.K.
Bir Mayıs ayı daha geldi.. Ve Necip Fazıl ‘anılacak’..
En zor anlaşılması gerekenin en kolay anlaşıldığı veya anlaşılmaya ihtiyaç hissedilmediği bir ‘düşünce’ zemininde Necip Fazıl’ın ‘nasıl’ anlaşılması gerektiğine ilişkin değerlendirmelere kulak tıkanacağının bilincinde olarak gene de ‘Necip Fazıl nasıl anlaşılmalı ?’ veya ‘Necip Fazıl anılmalı mı anlaşılmalı mı? sorusuna satır başlarıyla göz atarak cevap arayalım..
‘Derinliğine’ fikrin yerini en basit ve kolayından ithal konfeksiyon düşüncelerin aldığı bir ortamda Necip Fazıl’ı konjonktürel değil (deyim yerindeyse) yapısal düşünmek gerekiyor. Bu yapısallık ‘bünye ve muhteva akışkanlığı’ taşıyan bir yapısallıktır.
Temel sorulardan biri şu olmalı: ‘Necip Fazıl Anılmalı mı?’
Anma; ölüye ilişkin, ölünün arkasından gerçekleştirilen bir etkinliktir. Büyük düşünce adamlarının olduğu gibi Necip Fazıl’ın da vücuduyla birlikte düşüncelerinin ‘fani’ olduğunu düşünmek Necip Fazıl’ı anlamaya değil, anlamamaya yönelik bir çabadır.
Türkiye’de yerli düşünce üretimi cumhuriyetle birlikte ilk defa Necip Fazıl’la ortaya çıkmıştır.
Düşünce hayatımızın ritüelleri değişmiyor.
Büyük düşünce adamlarına yaşarken kulak tıkayanların onlar ölünce değişmeyen ritüele uygun olarak ‘anma’larını bu ‘kulak tıkama’ tavrından ayırmamak, o çizginin bir uzantısı olarak görmek gerekiyor.
Necip Fazıl’ın anılması mı anlaşılması mı gerekiyor?
Bizim tarihselliğimizde (Necip Fazıl’ın sınıflandırmasıyla) soylu insanlar; ‘Ölmeden ölenler’ ve ‘ölüp de ölmeyenler’ diye iki kutupta yoğunlaşır. Necip Fazıl’ı ‘ölüp de ölmeyenler’ bağlamında değerlendirmek gerekiyor.
Usul’e ilişkin olarak;
“Herhangi bir mevzunun mahiyetine girebilmek için öncelikle bilinmesi ve uyulması gereken usul ölçülerinin ortaya konulması gerekiyor. İşin içerisinde Necip Fazıl gibi bir ‘girift muhteva’ olunca bu usul ölçülendirmesini yapmak şart.. Yoksa işin başında ‘benzerlikler’den yola çıkarak parçayı bütün zannetme gibi bir usul yanlışlığına düşeriz ve sonuç alamayız..” Doğru tesbit ve çözümlemelere varabilmenin ana ilkesi bu.. Necip Fazıl’ı değerlendirebilmek için de bu gerekli..
O’nun deyimiyle ‘gömleğin ilk düğmesini yanlış iliklerseniz gerisi hep yanlış gider.!
Şuur seviyesinin her değişiminde gerçeklik seviyesi de değişiyor.
Bugünün Müslüman bilinci; dünün Necip Fazıl’ı belli aralıklarla ‘anma’nın ötesine geçmelidir.
Necip Fazıl’ı yılın, ayın veya günün belli bir anında hatırlanması ve ‘ölü arkasından ağıt’ tarzında anmak O’nun manasını, misyonunu anlamamak demektir.
Anma bir anlamda ‘donma’dır da.
Necip Fazıl ÜTOPYASI olan adamdır. Yani projesi, gelecek alternatifi, manifestosu olan adamdır!
‘Proje’ söylemlerinin ortalığı toz dumana kattığı ve ‘projeci’liğin özgül ağırlığının kalmadığı, hele hele ‘ısmarlama’ malumatfuruşlukların ‘proje’ olarak sunulduğu bir konjonktürde Necip Fazıl’ın İdeolocya Örgüsü ve etrafında dokuduğu birikimle nasıl bir proje ortaya koyduğunu anlayabilmek zor olsa gerek..
Necip Fazıl; hiçbir zaman bağlamlarından, referanslarından, hayattan kopuk SOYUT MÜCADELE yöntemleri, soyut ideolojik şablonlar, soyut toplumsal projeler teklif etmedi. O’nun teklif ettikleri ‘olunması gereken’e ve ‘yaşamaya dair’dir.
Necip Fazıl’ın şairliği onun düşünce adamlığı’nı örtmüştür. Yani O’nun şiirinin büyüsü, insanları şiirinin bağlı olduğu iklimin haritalarına bakmaktan alıkoymuştur. Her düşünce adamında mutlaka bulunması gereken ‘şairane tavırlar’ın çok ötesinde (en ulvi mücerretle en adi müşahhas arası) bir ‘şair tavrı’dır Necip Fazıl’daki tavır..
Büyük bir düşünce adamının; “Çağın büyük adamı, çağının isteğini dile getirebilen, çağının isteğinin ne olduğunu söyleyebilen ve bu isteğe cevap verebilendir..” ölçülendirmesi veya İdeolocya Örgüsü’ndaki tanımla: “Olanca saffet ve asliyetiyle İslamiyete yol açma geçidi.. Ve çoktan beri kaybedilmiş bulunan bu saffet ve asliyeti 21. Asrın eşiğinde eşya ve hadiselere tatbik etme işi..” Ve bu işin işçisi olarakNecip Fazıl’ın anlamı ve fonksiyonu özetlenebilir..
Aynı şekilde O; fikirde ne yapmak istediyse şiiriyle de onu yapmak istedi: “ Şu benim herkese parmak ısırtan şiirim kaldırımları göklere çıkarıyorlar. Bense yerin dibine indirdikleri fikrindeyim. Zannediyorlar ki, o şiir, kaldırımlarda geceleyen, evsiz barksız bir sınıfın destanı.. Halbuki o; belki şato sahibi, en nadide ağaçtan yontulu karyolasında gözü uyku tutmaz, mustarip fikir prensinin, çilekeş entelektüelin şiiri.. Yirminci asır entelektüeline bağlı, ruhunu ve gayesini yitirmiş bir cemiyette bunalımlar yaşayan öncü kişiliğin şiiri... Bu kadarını anlayan yok.. İnsan çürümez, pörsümez, lif lif dağılmaz da ne olur bu cemiyette?..”
Evet...
Bir Mayıs ayında daha Üstad ‘anılacak’‘, arkasından ağıtlar yakılacak, ‘Ne büyük deha olduğu’na ilişkin serenadlar yapılacak. Bir besteci Schuman için: “Ben bu büyük sanatçının eserleri ile arınıyorum, tazeleniyorum, güçleniyorum.." diyor. Soralım ve kendi iç dünyamızda cevap verelim: Necip Fazıl’ın bu manada kim anlıyor?
O şunu teklif etti: “Eğer bu davayı bütünleştirebiliyorsak, bizi ayakta dinleyiniz; iddiamıza rağmen maskaralaştırıyorsak maskaraların akıbetine mahkum ediniz!”
Her ikisi de olmadı, olamadı ! Niçin? O’nun büyüklüğü ile muhataplarının küçüklüğü arasındaki ‘çap’ farkından..
Bir kahin üslubuyla anlamamak kaydıyla söyleyelim ki: Tek bir şey yapılmayacak: (Kendi ifadesiyle):
“Lafımın dostusunuz çilemin yabancısı!”
O’ndan okuyoruz: “Dava ne kadar muhkem olursa olsun, sahibi onun üstüne çıktığı anda yıkılır! Eser ne kadar büyük görünürse görünsün, müessir onu aşar aşmaz ebedi bir dava yerine fani bir şahıs etrafında toplanmış olmak tehlikesi baş gösterir ve şahıs ortadan kalkınca dava da güme gider!”
Bu anlamda Necip Fazıl ‘Ölüp de ölmeyenler’ den olarak ‘anılması gereken’ değil ‘anlaşılması ve yaşaması gereken’ mana ve muhtevayı işaret etse gerek...
(Yeni Şafak, 25.5.1999)
NECİP FAZIL ‘ANILMALI’ MI?
Yahya DÜZENLİ, Yeni Şafak, 2559.1999
“bir tesirim varsa eğer
ya budalaca coşturuyor
ya da kusturuyor”
N.F.K.
Bir Mayıs ayı daha geldi.. Ve Necip Fazıl ‘anılacak’..
En zor anlaşılması gerekenin en kolay anlaşıldığı veya anlaşılmaya ihtiyaç hissedilmediği bir ‘düşünce’ zemininde Necip Fazıl’ın ‘nasıl’ anlaşılması gerektiğine ilişkin değerlendirmelere kulak tıkanacağının bilincinde olarak gene de ‘Necip Fazıl nasıl anlaşılmalı ?’ veya ‘Necip Fazıl anılmalı mı anlaşılmalı mı? sorusuna satır başlarıyla göz atarak cevap arayalım..
‘Derinliğine’ fikrin yerini en basit ve kolayından ithal konfeksiyon düşüncelerin aldığı bir ortamda Necip Fazıl’ı konjonktürel değil (deyim yerindeyse) yapısal düşünmek gerekiyor. Bu yapısallık ‘bünye ve muhteva akışkanlığı’ taşıyan bir yapısallıktır.
Temel sorulardan biri şu olmalı: ‘Necip Fazıl Anılmalı mı?’
Anma; ölüye ilişkin, ölünün arkasından gerçekleştirilen bir etkinliktir. Büyük düşünce adamlarının olduğu gibi Necip Fazıl’ın da vücuduyla birlikte düşüncelerinin ‘fani’ olduğunu düşünmek Necip Fazıl’ı anlamaya değil, anlamamaya yönelik bir çabadır.
Türkiye’de yerli düşünce üretimi cumhuriyetle birlikte ilk defa Necip Fazıl’la ortaya çıkmıştır.
Düşünce hayatımızın ritüelleri değişmiyor.
Büyük düşünce adamlarına yaşarken kulak tıkayanların onlar ölünce değişmeyen ritüele uygun olarak ‘anma’larını bu ‘kulak tıkama’ tavrından ayırmamak, o çizginin bir uzantısı olarak görmek gerekiyor.
Necip Fazıl’ın anılması mı anlaşılması mı gerekiyor?
Bizim tarihselliğimizde (Necip Fazıl’ın sınıflandırmasıyla) soylu insanlar; ‘Ölmeden ölenler’ ve ‘ölüp de ölmeyenler’ diye iki kutupta yoğunlaşır. Necip Fazıl’ı ‘ölüp de ölmeyenler’ bağlamında değerlendirmek gerekiyor.
Usul’e ilişkin olarak;
“Herhangi bir mevzunun mahiyetine girebilmek için öncelikle bilinmesi ve uyulması gereken usul ölçülerinin ortaya konulması gerekiyor. İşin içerisinde Necip Fazıl gibi bir ‘girift muhteva’ olunca bu usul ölçülendirmesini yapmak şart.. Yoksa işin başında ‘benzerlikler’den yola çıkarak parçayı bütün zannetme gibi bir usul yanlışlığına düşeriz ve sonuç alamayız..” Doğru tesbit ve çözümlemelere varabilmenin ana ilkesi bu.. Necip Fazıl’ı değerlendirebilmek için de bu gerekli..
O’nun deyimiyle ‘gömleğin ilk düğmesini yanlış iliklerseniz gerisi hep yanlış gider.!
Şuur seviyesinin her değişiminde gerçeklik seviyesi de değişiyor.
Bugünün Müslüman bilinci; dünün Necip Fazıl’ı belli aralıklarla ‘anma’nın ötesine geçmelidir.
Necip Fazıl’ı yılın, ayın veya günün belli bir anında hatırlanması ve ‘ölü arkasından ağıt’ tarzında anmak O’nun manasını, misyonunu anlamamak demektir.
Anma bir anlamda ‘donma’dır da.
Necip Fazıl ÜTOPYASI olan adamdır. Yani projesi, gelecek alternatifi, manifestosu olan adamdır!
‘Proje’ söylemlerinin ortalığı toz dumana kattığı ve ‘projeci’liğin özgül ağırlığının kalmadığı, hele hele ‘ısmarlama’ malumatfuruşlukların ‘proje’ olarak sunulduğu bir konjonktürde Necip Fazıl’ın İdeolocya Örgüsü ve etrafında dokuduğu birikimle nasıl bir proje ortaya koyduğunu anlayabilmek zor olsa gerek..
Necip Fazıl; hiçbir zaman bağlamlarından, referanslarından, hayattan kopuk SOYUT MÜCADELE yöntemleri, soyut ideolojik şablonlar, soyut toplumsal projeler teklif etmedi. O’nun teklif ettikleri ‘olunması gereken’e ve ‘yaşamaya dair’dir.
Necip Fazıl’ın şairliği onun düşünce adamlığı’nı örtmüştür. Yani O’nun şiirinin büyüsü, insanları şiirinin bağlı olduğu iklimin haritalarına bakmaktan alıkoymuştur. Her düşünce adamında mutlaka bulunması gereken ‘şairane tavırlar’ın çok ötesinde (en ulvi mücerretle en adi müşahhas arası) bir ‘şair tavrı’dır Necip Fazıl’daki tavır..
Büyük bir düşünce adamının; “Çağın büyük adamı, çağının isteğini dile getirebilen, çağının isteğinin ne olduğunu söyleyebilen ve bu isteğe cevap verebilendir..” ölçülendirmesi veya İdeolocya Örgüsü’ndaki tanımla: “Olanca saffet ve asliyetiyle İslamiyete yol açma geçidi.. Ve çoktan beri kaybedilmiş bulunan bu saffet ve asliyeti 21. Asrın eşiğinde eşya ve hadiselere tatbik etme işi..” Ve bu işin işçisi olarakNecip Fazıl’ın anlamı ve fonksiyonu özetlenebilir..
Aynı şekilde O; fikirde ne yapmak istediyse şiiriyle de onu yapmak istedi: “ Şu benim herkese parmak ısırtan şiirim kaldırımları göklere çıkarıyorlar. Bense yerin dibine indirdikleri fikrindeyim. Zannediyorlar ki, o şiir, kaldırımlarda geceleyen, evsiz barksız bir sınıfın destanı.. Halbuki o; belki şato sahibi, en nadide ağaçtan yontulu karyolasında gözü uyku tutmaz, mustarip fikir prensinin, çilekeş entelektüelin şiiri.. Yirminci asır entelektüeline bağlı, ruhunu ve gayesini yitirmiş bir cemiyette bunalımlar yaşayan öncü kişiliğin şiiri... Bu kadarını anlayan yok.. İnsan çürümez, pörsümez, lif lif dağılmaz da ne olur bu cemiyette?..”
Evet...
Bir Mayıs ayında daha Üstad ‘anılacak’‘, arkasından ağıtlar yakılacak, ‘Ne büyük deha olduğu’na ilişkin serenadlar yapılacak. Bir besteci Schuman için: “Ben bu büyük sanatçının eserleri ile arınıyorum, tazeleniyorum, güçleniyorum.." diyor. Soralım ve kendi iç dünyamızda cevap verelim: Necip Fazıl’ın bu manada kim anlıyor?
O şunu teklif etti: “Eğer bu davayı bütünleştirebiliyorsak, bizi ayakta dinleyiniz; iddiamıza rağmen maskaralaştırıyorsak maskaraların akıbetine mahkum ediniz!”
Her ikisi de olmadı, olamadı ! Niçin? O’nun büyüklüğü ile muhataplarının küçüklüğü arasındaki ‘çap’ farkından..
Bir kahin üslubuyla anlamamak kaydıyla söyleyelim ki: Tek bir şey yapılmayacak: (Kendi ifadesiyle):
“Lafımın dostusunuz çilemin yabancısı!”
O’ndan okuyoruz: “Dava ne kadar muhkem olursa olsun, sahibi onun üstüne çıktığı anda yıkılır! Eser ne kadar büyük görünürse görünsün, müessir onu aşar aşmaz ebedi bir dava yerine fani bir şahıs etrafında toplanmış olmak tehlikesi baş gösterir ve şahıs ortadan kalkınca dava da güme gider!”
Bu anlamda Necip Fazıl ‘Ölüp de ölmeyenler’ den olarak ‘anılması gereken’ değil ‘anlaşılması ve yaşaması gereken’ mana ve muhtevayı işaret etse gerek...
(Yeni Şafak, 25.5.1999)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder