Yahya DÜZENLİ, 31 Aralık 2008
Bugün miladî (Gregorien) takvimle bir yılı daha geride bırakıyoruz. Müslümanlar için de Hicrî 1430’a gireli üç gün oluyor. Her yıl insanın ve şehirlerin hayatında çok şeyi yıpratıyor, eskitiyor, çok şeyi götürüyor, çok şeyi de yeniliyor.
Aslında ‘an’larla ‘yıl’ların farkı yok. Çünkü hesap edilebilir en küçük zaman dilimi olan ‘an’ların bir araya gelişi diğer zaman dilimlerini oluşturuyor. Her iki takvimin de kaynağı ‘dinî’. Gregoryen (milâdi) takvim isminden de anlaşılacağı üzere Papa XIII. Gregorius’tan geliyor. Hicrî takvim Hz. Peygamberin Mekke’den Medine’ye hicreti’nden…
Yeni yıl münasebetiyle takvim-şehir ilişkisini hicrî takvimde görebiliyoruz. Çünkü hicrî yılbaşı, Kur’an’da şehirlerin anası olarak ifade edilen bir şehirden (Mekke), medeniyet kaynağı (Medine) bir şehre yürüyüşün başladığı tarihtir.
Hz. Peygamber Mekke’den çıkarken dönüp şehre bakar ve : “… Ey Mekke!... Hiç şüphesiz ki, sen Allah’ın en hayırlı beldesisin… Eğer senden zorla çıkarılmasaydım, asla senden ayrılmazdım!” buyurur. Şehirden ayrılmamak… Ruhunuzla, kalbinizle hep orada olmak, hep onunla olmak. Peygamber kelâmında Mekke’nin ‘yeri’ bu… Şehrin manâsı, şehre aidiyetin kökü, ruhu ve bizim şehre ilişkin “kök telakki”mizin kaynağı bu Peygamber ölçüsünde yatar. Şehir önemlidir… Hicrî Takvim de ‘şehirlerin anası’ bir şehirden ‘medeniyet kaynağı’ bir şehire taşınmanın başlangıcı olduğu için önemlidir…
Bu çıkış (hicret) tekrar dönmek üzere şehirden çıkıştır da aynı zamanda. İnsan, eşya, olay, mekan, zaman’ın ‘ne olduğu’ kadar ‘neleri çağrıştırdıkları’ da önemlidir. Onun için bir medeniyetin kendisini ifade edeceği ‘zaman dilimleri’nin başlangıcına menba olan hicret’i ‘takvim’ ekseninde düşündüğümüzde takvim ile şehrin doğrudan derin ilişkisini de kavramış oluruz. Takvim 365 sayfadan ibaret, günleri gösteren ‘yapraklar koçanı’ değildir. Takvim’in ‘konum belirleme’, ‘doğrultma’ anlamlarının yanında türevi olan ‘kamet’ kelimesiyle ‘duruş’ ifade eden karşılığı da ayrıca manâlıdır.
Takvim-Şehir ilişkisinden takvim-dünya görüşü ilişkisine baktığımızda…
Takvim ve Dünya görüşü ilişkisine en somut örnek olarak Cumhuriyet Devrimleri’ni gösterebiliriz. Cumhuriyet tasarımcıları, bir toplumun ‘ait olduğu kadîm bir medeniyet’ten koparılıp ait olmadığı bir dünya görüşünü ve yaşayış biçimini benimsemede takvimin öneminin farkındaydılar. Gerçekleştirilen devrimler dizisinde miladi takvimin kabulünün köklü değişikliklerden olduğunu düşündüğümüzde takvimin önemi daha iyi anlaşılır.
S. Nişanyan ‘Yanlış Cumhuriyet’te Milâdi Takvim’in kabulüne vurgu yapıyor: “Hicret esasına dayalı tarih perspektifini toplum zihninden silmek için, Pazar tatili ve Miladi takvim getirilmiştir… Miladi takvim, Latin alfabesi ve Pazar tatili, Ortaçağ öncesinden beri Batı Avrupa kültürünün ortak ve tipik özellikleri arasında bulunurlar. Tek parti rejiminin reformları arasında o halde sadece bu üçünü tartışmasız, “Batı kültürünün kurum ve değerlerini benimsemek” yönünde atılmış adımlar sayabiliriz.”
Konuyu derinleştirmeden Üstad Necip Fazıl’ın 1966 yılının sonunda yazdığı “Yeni Sene” başlıklı yazısından alıntılarla yazımızı tamamlayalım. “… Bu gece dünya bir tımarhane... Her gün tımarhane ya; fakat bu gece tımarhane içinde tımarhane... Güneşin batışından yarın sabah doğuşuna kadar, her delinin, dilediğini yapmak fermanını aldığı bir tımarhane bu gece dünya... Halis delilere nisbetle, bütün farkları, asla şifa kabul etmemekten, üstelik akıllı görünmekten ibaret olan bu delilerin mazeretince, bu gece bütün bir yıl sona ermiş ve yepyeni bir sene başlamış olacak... Evvela hüküm yanlış;sonra da, doğru olsa ışıkların söndürülüp sabaha kadar gözyaşı dökülmesi gereken bir gecede bu saadet cinneti, yahut cinnet saadeti ne?.. Hüküm yanlış... Zira Allah'ın ay ve güneşle noktaladığı zaman vakıası içinde, mekân plânındaki gidiş-geliş dairesinin hangi yerini ele alsanız bir yılın sonuna veya başına rastlamaz? Öyleyse, anlayanlarca, her ân, bir bitim ve başlangıç noktası... Tam 1966 sonunda atılacak bir taşın, tam 1967 başında kırmayacağı cam var mıdır? Demek ki, bu ânın, ân olarak başkalarından hiçbir farkı yok ve her şey , her ân, ezelî ve ebedî oluş ve devran ifadesinin muhteşem ahengi içinde... Sonra; evet sonra, bu geceyi saadet cinneti, yahut cinnet saadetine döndürmektense, idrâk ıstırabı, yahut ıstırap idrâkine mahsus bir zaman vâhidi saymak ve onu şampanya yerine açmak gerekmez mi? Öyle! Âlemde telâfisi muhal tek şey, kaybedilmiş bir zaman vâhidinin geriye döndürülmesidir. Bütün yıldızları birbirine katıştırarak tek ve yekpare bir mücevher gibi dondurmak, sonra o mücevherin pazarını bulup satmak mümkün olsaydı, bu kıymet karşılığında bile geçen tek saniyeyi geri çevirmek kabil olmazdı. O halde, dipsiz kayıpla sonsuz kazanç arasındaki gözyaşı köprüsünden gafil, bu insanlık çapındaki deliler yığını, kayıplarının dehşeti şerefine mi bu gece, başları yerde ve ayakları havada sabahlayacaklar? “ Üstadın kaleminden yılbaşı gecesinin ve yeni yılın manâsı bu… Şehirlerin yeni yılı karşılayışlarında, yılbaşı gecesini “idrak ıstırabı” yahut “ıstırap idraki”ne dönüştürecek sorumluluğu taşıyanlar şüphesiz var. Şehrimizde yeni yılın sabahına sefih ve sefil bir biçimde uyanmamak için; zamanın her “ân”ının hem bir yılın başlangıcı hem de bitişi olduğunun farkında olarak, “zaman idraki”yle birlikte şehrimizi ‘zamanın icabı’yla donatmak, bu yönde çabalamak kendini ‘şehre ait hisseden’ herkesin üzerine borç… “
Takvim yaprağı” deyimi herhalde zamanın insanı, eşyayı ve olayı nasıl öğüttüğünü ifade için yâni, zamanın önünde “savrulan yaprak” anlamında kullanılıyor olsa gerek.. Zaman, takvim yapraklarına sığmayan ‘an’lardan oluşuyor.
Zamanın idraki şehrin idrakidir. Üstad’ın şiirinden: “Yaşaya dursun insan, hayat dediği zanla !”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder