22 Haziran 2009 Pazartesi

ŞEHİRDE BAYRAM...

Yahya DÜZENLİ, 10 Aralık 2008

Bir şehrin sefahatte, şenaatte, isyan ve imhada nereye kadar gidebileceği ve akibetine ilişkin en önemli ‘yaşanmış örnek’ Sodom ve Gomore kentleridir. Şehirde yalnızlaşan, şehrin gürültüsünde boğulan, giderek kaybolan modern zamanların insanına Üstad Necip Fazıl 1945’te “Sodom ve Gomore”yi sözkonusu ettiği yazısında dehşet içerisinde şunları söylüyor:

“Yalan, şehirlerin suyu...
Hile, şehirlerin ışığı…
Riya, şehirlerin havası…
Taklit, şehirlerin mâbedi…”

Böyle bir şehrin akıbetini de, “nihayet gökten ateş yağdı ve Sodom ve Gomore yandı; yandı kül oldu..”

Şehri kahreden ve katledenin de, şehri imar ve ihya edenin de; ona manâ kazandıran ve onunla birlikte manâ kazananın da “insan” olduğunu düşündüğümüzde insanın şehri, şehrin de insanı nasıl ‘katlettiği’ne örnek ‘Sodom ve Gomore’ye ilişkin Üstad’ın bu cümleleri şehirdeki insanın “ne ve nasıl olmaması gerektiği”ni ihtar ediyor!

Üstad’ın meşhur mısrası: “Bir hayata çattık ki hayata kurmuş pusu !” Hayatımıza pusu kuran bir hayatı yaşamaya mahkûm edildiğimizin farkına bile varamadığımız “şehir”de;

“Yalanın şehirlerin suyu olmadığı,
Hilenin şehirlerin ışığı olmadığı,
Riyanın şehirlerin havası olmadığı ve
Taklidin şehirlerin mâbedi olmadığı” bir şehir ki orası “yaşanmaya değer şehir”dir !

Trabzon’umuz acaba bu ‘manâ’dan pay sahibi midir? Dün Osmanlı Medeniyeti’nin bânilerini, “hünkârlara lâyık yetişip, büyüdükleri ferah menbaı şehr-i Trabzon”a emanet edenler, Trabzon’daki bu ‘ruh ve manâ’nın farkındaydılar. Yâni “gerçeğin şehirlerin suyu, doğruluğun şehirlerin ışığı, şahsiyetin şehirlerin havası ve hakikatin şehirlerin mabedî olduğu” saadet zamanlarının yaşandığı Trabzon, ‘kendisini yeniden idrak’ edecek ve ettirecek “hemşehr”ilerine hasrettir desek yeridir !

Bayramlar bu idrakin oluştuğu kavşak noktalarıdır ! Hele de “Kurban” bayramı.. Kurban’ın kelime karşılığının ‘yakınlık’ olduğunu düşündüğümüzde ‘nasıl bir kavşakta olduğumuz’u daha iyi anlarız !

Kurban Bayramı vesilesiyle ruh, mana, idrak ve şahsiyet kaynağımız Üstad Necip Fazıl’ın muhtelif zamanlarda yazdığı ‘bayram’ muhtevalı iki yazısından ‘iktibas-alıntı’ları bu haftakı köşemize taşıyarak bazı ‘duyarlılıklar’ımıza işaret edelim.

Bayram tebriği için hazırlanmış ancak içi açılıp okunmadan muhatabınca çoğu kez çöpe atılan ‘bayram kart’larına ilişkin Üstad 1978’de yaşadığı ve manasının ‘gözüne pek büyük göründüğü’ bir hâdiseyi “Bayram Tebrikleri” başlıklı yazısında anlatıyor:

“Aldığım tebrikler arasında bir zarf… Sol köşesinde (TBMM) markası… Türkiye Büyük Millet Meclisi… Zarfın içi boş… Ne üstünde, ne içinde, kimden geldiğine ait bir işaret… Besbelli ki, Milletvekili bir ahbaptan; ama içine, herhalde baskılı olması gereken beylik tekerleme kartının konulması unutulmuş…

Bu entipüften hadise gözüme pek büyük göründü; ve iş, vazife şuur ve itinası bakımından ne hazin bir ruh haleti taşıdığımızın sembolü gibi geldi bana… Sanki mektup herhangi bir şahıs veya parti temsilcisinden değil de TBMM manevî şahsiyetinden geliyormuşçasına ürperdim. Bu dikkatsizliği de bütün Meclise şâmil ve sârî bir ruh haleti diye yorumladım…”

Üstad’ı dehşete düşürten, ürperten hadise birçokları için önemsiz ve sıradan bir ‘ayrıntı’… İçi boş tebrik kartları, içi boş kabuk mesajlar…

Bayramlar; şehirdeki yalnızlığımızın ‘muhasebe’ye ve çaresizliğimizin ‘sığınmaya’ dönüşeceği ‘fırsat günleri’dir.

Üstad’la başladık, Üstad’ıa rahmet dileyerek, onun bayram tebriği cümlesiyle bitirelim:

“Gerçek bayramınız, gerçek bayramlarla gerçekleşsin!”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder