YAHYA DÜZENLİ, 9 Temmuz 2008
Kimliğin insanın varlığıyla örtüşen anlamından habersiz olan, kendisini ontolojik kimlik alanında hissedemeyenlerin, kimliği ilçe nüfus müdürlüğü’nden alınan “mavi ve pembe karton”dan ibaret zannetmeleri ve bu ‘zan’larını kimlik hakikati olarak bir şehrin bütününe deklere etmeleri karşısında şairin “Yetiş körlük, yetiş takma gözde cam!” feryadı zihinlerimize üşüşüyor.
Üç Trabzon’lu “Bilge”(!)nin kimliğe dair üç “atasözü”(!)nden bahsediyoruz.
Önce Bayındırlık Bakanı: “Metrekareye en fazla futbolcu Trabzon’da düşer”
Sonra Eski Trabzonspor Başkanı: “Futbol Trabzon’un kimliğidir”
Şimdi de Trabzon Belediye Başkanı : “Trabzonspor şehrimizin kimliğidir”
Trabzon’a kimlik dağıtma/giydirme ihtiyacının “futbol referanslı” olarak yayılmaya başladığına şahit oldukça, bir düşünürün “tarihlerin tanımadığı bir tahrip cinneti ile karşı karşıyayız” sözünü hatırlayıp da bir kez daha dehşete düşmemek ne mümkün.
Bunlar için kimlik, dikdörtgen kartvizitle sınırlıdır. Bol miktarda bastırılıp, her önüne gelene cebinden çıkarılıp verilebilir !
“Trabzon’un kimliği”ni veya “Trabzonluluk kimliği”ni tanımlayacak ve kendisiyle örtüştürecek nihai kelime olarak iki heceli “futbol”u gören “kimlik nasbedicileri” kervanına en son Trabzon belediye Başkanı da katıldı. Aslında bu üç zât kimlik “nasb”ederken kimlik “gasb”ettiklerinin farkında bile değillerdir.
Bayındırlık Bakanı ve Eski Trabzonspor Başkanı’ndan sonra Trabzon Belediye Başkanı da yaptığı açıklamada “Trabzonspor kentimizin kimliğidir” diyor ve Trabzon’luları bu kimliğin gereği olarak yazılı bir ‘ferman’ ile “kombine bilet almaya, kulübe gelir sağlayıcı hamleler yapmaya” çağırıyor. Bu “kombine futbol kimliği” tanımı ve çağırısı, Trabzon’un değil, kendilerinin kimliksizlikten kurtulma telâşının dışavurumu olmasın?
Kimlik, esrarlı kelime... Herkesin sığınağı, silâhı, muhafızı...
Kimlik ve futbol… Kimlik ve kombine bilet… Kimlik ve kulübe gelir sağlayıcı hamle… Bu “futbol mantalitesi”ni referans aldığımızda, karadeniz ağzıyla “Kimlerdensun?” diye bir soruya muhatap olsak, herhalde tüm Trabzonluların “futbolculardan” cevabını vermesi gerekecek. Aman Allah’ım aklımızı muhafaza et !
Trabzon’da değişik zaman, zemin ve formatlarda sık sık gündeme gelen “kimlik” tartışma ve tanımlamalarının yeni kulvarı olan “futbol” bana şu olayı hatırlattı:
Osmanlı’da padişahlar savaşa giderken yanlarında Sadrazam’ı da götürürlerdi. Bir sefer sırasında Sad-
razamın yerine birisini bırakması gerekiyor. Fakat kimi bıraksa dönüşünde sıkıntı olacak. Babasına “kimi
vekil yapayım?” diye danışıyor. Babası da divanın en yaşlı, dünyadan haberi olmayan veziri tavsiye
ediyor. Ordu sefere çıkar.
Sadarete vekaleten önerilen yaşlı vezir, divana hangi problem gelirse gelsin “tedbir” diye bildiği tek şey “leblebiye narh koymak.” Yani “leblebi fiyatlarını dondurmak.” Divanda görüşülen her meselede Sadrazama “tedbir nicedür?” sorusuna Sadrazam “Leblebiye narh koyun!” cevabını verir. Ve çaresiz “leblebi fiyatları dondurulur”
-Devletlûm yeniçeriler huzursuz..
-Leblebiye narh koyun..
-Devletlûm İran Şahı üzerimize gelmek için asker topluyor..
-Leblebiye narh koyun..
- Devletlûm filân şehirde yangın çıktı..
-Leblebiye narh koyun..
Seferden dönüşte, durumu soran aslî Sadrazam’a vekil Sadrazam’ın “hangi mesele görüşülse
‘leblebiye narh koyun’ cevabını verdiği söylendiğinde durum ortaya çıkar. Vekil Sadrazam’ın
genç zamanlarında İstanbul’da leblebi kıtlığı olur. Tedbir olarak da “leblebiye narh koyulur”.
Ve sorun hallolur. Vezir hazretleri bu “kesin çözüm” ü ondan sonra hangi mesele olsa bu çözümü
uygular (!)
Olaya bir de biz ekleme yapalım:
- “Devletlûm kimliğimizi kaybettik”
- “Leblebiye narh koyun !”
“Leblebiye narh koymak” ile “Trabzon’un kimliği futboldur” arasında nasıl bir ilişki vardır?
Ârif olanlar anladı sanıyorum.
Şu beş kelime ve cümle Trabzon gibi bir “medeniyet şehri”nde bir sayıklama anında veya bir epilepsi nöbetinde veya uykuda karabasan halinde bir araya gelebilir: Trabzon… Futbol… Kimlik… Kombine bilet… Kulübe gelir sağlayıcı hamle…
Kimliğin futbol gibi bir mekanik eyleme indirgendiği yerde, futbolun anlam ve işlevini yeniden sorgulamak Trabzon adına kaygıları olanların üzerine düşen önemli bir borç olsa gerek. Aslında; şehre ait bütün mana ve değerlerin çözüldüğü ve yerine yenisinin konulamadığı bir çaresizlik-yetersizlik-bitkinlik halinin üç ayrı ağızdan ortak bir kelimeyle ifadedir bu ifrazatlar…
Giderek uyuşturucuya alışmış bir vücudun bağımlılıktan kurtulmak istememesi gibi Trabzon’un güç ve enerjisini ziyan ve israf etmenin sorumluluğu kime aittir?
Veyl olsun !
Son birkaç yazımızı, Trabzon’u bir heyulâ gibi saran, istilâ eden futbola ayırmamız ve yazılarımızın dozunun “futbolun futbol olarak kalması”na yönelik değil, onu ait olduğu şehirden ve ‘eylem bütününü’nden koparıp, ait olamayacağı bir bağlama oturtanlara yani, Trabzon’un kimliğini ayak uçlarıyla sinir uçları arasına sıkıştıran “ayak aristokratları”na yöneliktir.
Bu yazı da öyle…
Kimliğini ruhunda, kafasında değil de “ayağında” arayan ve ‘ayağına indirgeyen’ son kahramanımız ne yazık ki bugün Trabzon Belediye Başkanı. Hem de bir zamanların Trabzon Kültür Müdürü… Geçmişinde futbol olan bir kültür müdürü ve belediye başkanı ancak futbolu “kült”leştirebilir.. Bu ruh hali; kimliğinden yola çıkamayan, kimliğin ne olduğunun cevabını veremeyen, travmalar ve sendromlar yaşayan bir bünye ile açıklanabilir..
Kültürden biraz nasibi olanın “etmemesi” gereken bir cümle: “Trabzonspor kentimizin kimliğidir!”
Evet… Futbol bu tür “ayak aristokratları” ve “ayak aydınları”yla Trabzon’da bir “kült” ve “fetiş” haline geliyor.
Bir şey ait olduğu bütünden, bir eylem bağlı olduğu düşünceden koparıldığında ortada kendisi yoktur. Futbol da öyle… Trabzon’un enerjisini boşaltma aracı haline gelen futbol, Trabzon’da futbolu aşan bir ‘bumerang’ haline gelmiştir. Bunda herhalde bahsi geçen 3 zâtın oldukça katkısı ve emeği vardır.
Trabzon’da yaşadığı sabit fakat Trabzon’lu olduğu müphem ve değişken bir Bakan ve iki Başkan’ın Trabzon’un kimliğinin “futbol” olduğunu söylemeleri ortak payda olarak “futbol”da karar kılmaları, bana bir de Hz. Mevlâna’nın Mesnevi’sindeki şu kısa hikâyeyi hatırlattı:
“Akıllı bir kişi dedi ki:
Bir gün bir karga ile bir leyleğin birlikte uçtuklarını görüp merak ettim ve bu arkadaşlıklarının sırrını aramaya karar verdim. Yanlarına yaklaşınca her ikisinin de topal olduğunu hayretle gördüm.”
Üç ayrı dünyanın insanı olan bu üç ismin ortak paydasının “futbol” olması karşısında Hz. Mevlâna’nın bu hikâyesini “yorumsuz” naklediyoruz.
Yazımızın sonunda gene bir usûl ölçüsü koymamız gerekiyor herhalde. Kimliği futbola indirgeyenlerin “beyan”larına dair yazdıklarımıza Üstad Necip Fazıl’ın “en ulvi tecrit ve manalandırmalara çok defa en süflî teşhis ve maksatlandırmalar musallat olur” ölçüsü içerisinde yaklaşılması..
Trabzon Belediye Başkanı’nın açıklaması karşısındaki hayretimizi bir kez de Trabzon Belediyesi’nin yayınladığı “Bizim Temel” isimli fıkra kitabında geçen bir fıkra ile ifade edelim:
“Temel İngiltere’ye gitmiş. Arkadaşları Temel’e: -Sen İngilizce bilmezdin, İngiltere’de sıkıntı çekmedin mi? Demişler. Temel: - Hayır, sıkıntıyı asıl İngilizler çekti! Cevabını verir.”
Ziya Paşa gibi; “Ânlar ki verir laf ile dünyaya nizâmat. Bin türlü teseyyüb bulunur hanelerinde” diyerek, kimliği futbola indirgeyen beyanların Trabzon’da “şuyuu vukuundan beter” hale dönüşmemesini temenni ediyoruz.
Bu üç zât söylediklerini tekrar gözden geçirip acaba “kombine pişmanlık” duyarlar mı?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder