Yahya DÜZENLİ, 26 Mart 2008
Trabzon’un kadîm geçmişiyle ilgili gerek hamasî gerekse de gerçekçi ne kadar ‘ağıt’, ‘mersiye’, ‘methiye’ düzenlenirse düzenlensin; Trabzon bugün köklerine sadık kaldığı ve kendisini güncelleyebildiği nisbette varlığını ‘bütün bir şehir’ halinde gerçekleştirebileceği ve ona anlam katabileceği bir varoluş alanında bulunuyor.
Çünkü şehirler “klonlanamıyor”. Öncesinden bir kesit alınıp sonrasına kopyalanamıyor. Ya da, (cumhuriyet döneminde çoğu kez yapıldığı gibi), şehir yöneticilerinin geçmişinden nefret eden, kaçmaya çalışan veya yüzyılların oluşturduğu “şehir ruhu”nu yok sayıp, ‘yapıştırma’ bir biçimde kendi tabii mecrasında yetişmeyen, üretilmeyen unsurlarla “şehir yapma”ya kalkmaları, şehri büsbütün tahribe yöneliyor.
Bu “tahrip cinneti” bütün büyük “medeniyet şehirleri”ni kasıp kavurduğu gibi Trabzon’u da tedrici olarak yakalamış ve bugün “ruhunu ve kalıbını bulamamış” bir hale büründürmüştür. Eskiyi silme adına, eski ‘dünya görüşü’nü yansıtan ne varsa, imaj oluşturan her şeyi sadece hafızalardan-hatıralardan değil, görüntüden de silme “humma”sı ortaya bir “garabet” çıkarıyor.
Sağlıklı bünyesini “tahkim” edeceği yerde, “koltuk değnekleri”yle yaşamaya çabalayan şehirler, bu yaşama tarzına alışıyor ve böyle bir garabet zemininde üzerinde yaşayanları da etkiliyor. Korkarız ki Trabzon da böyle bir çıkmaza doğru ilerliyor.
Kendinizi ne zannediyorsanız, varlığınızın anlamı da odur. İnsan için de, şehir için de böyle..
Şehirlerin aidiyet sahasını belirleyen, estetik disiplinlerin o şehirlere özel oluşturduğu “tarz”lardır. Bu tarzlar da büyük ölçüde o şehri “tezyin eden”, “yaşanmaya değer” kılan “irade”ye bağlıdır.
Burada önemli bir ölçü: Şehre ait olduğunu zannettiğiniz şeyleri, şehrin dokusu kabul edebiliyorsa onlar şehre aittir.
Bu bağlamda, bugün için “şehirleri tezyin eden” en üst yerel iradenin büyük ölçüde Belediyeler olması, Belediyelere nasıl bir sorumluluk, nasıl bir ödev ve vebal yüklendiğini de ortaya koymaktadır. Üstad Necip Fazıl’ın önce 1939 yılında, sonra da 1952 yılında bazı ilavelerle tekrarladığı “Belediye Reisi” başlıklı yazısı, bugün bütün şehirlerimiz için bir “manifesto” niteliğindedir ve şehirlerimizin girişlerine bir “kitabe” gibi yazılıp konulsa yeridir.
Yazının şerhini yapmak yerine, diline ve muhtevasına dokunmadan aynen sütunumuza alıyoruz. Kimbilir başta Trabzon olmak üzere, kendisini “şehrinden sorumlu” hissedenlerin nazarlarını celbedebilecek midir?
İşte Üstad’ın “Belediye Başkanı” başlıklı iki yazısının harmanlanmış tam metni:
Şehirlerimizin plânını yaptırmışız, ne çıkar? Önce o plânları başarıya götüreceklerin şahsiyet plânını yaptıralım ! Belediye Reisi örneğini, mafsal mafsal, kemik kemik bütün teşrihiyle belirtmedikçe, temel davalarımızdan biri olan umran işini kökünden yakalayamayız.
Sadece kıymetli bir idare adamı vasıflarına malik bir belediye reisinin, bir şehri güzelleştirebileceğini umar mısınız?
Belediye reisinde bu zaviyeden vücudu gereken ana vasıf, san’at terbiyesi ve bediî anlayıştır. Ruhunda bediî ölçüsünü taşımayan belediye reisinden imar ve san’at cephesinden iş beklemek, çerçeveciye resim ısmarlamaktan farksız... Belediye reisinde iktisadî, içtimaî, ahlâkî, idarî kıymetler, bir resim işinde, muşamba, b.oya, fırça ve çerçeve gibi, malzeme haddini aşmayan şeyler... Bütün bu malzeme, bediî idrâk emrinde toplanacak, o da bütün bir dünya görüşü ve inanış şeklinin tarh tarh örülü bahçesi içinde fıskiye gibi duracak...
Bakın, Tanzimattanberi, âdi bir eşya dersleri tablosunun kopyacısı kadar basit sandığımız ve her birini şahsî istidadı nisbetinde başıboş bıraktığımız belediye reisinin hakikati ne kadar derin köklerde!...
Bizde belediye reisi seçmekte miyar, bediî idrak kıymetinden başka herşey olmuştur. Onun içindir ki, şehircilik dâvalarımızda, bütçe, gelir, nizam, talimatname, kayıt kuyut gibi endişeler daima birinci plâna geçirilmiş ve hepsi birden yerine getirildiği halde eser öksüz kalmıştır.
Bunun içindir ki belediye reisliği ile, şehirciliği ayırmalıyız. Biri bediî idrâkin, öbürü idarî iktidarın mümessilidir ve her belediye reisi muhakkak ki ayni zamanda yüksek bir san’at ve bediiyat anlayışında kurucu ve yapıcı değildir. “
Üstad Necip Fazıl, yazısının sonunda öyle bir tesbit yapıyor ki, “şehriyle hemderd” olmak isteyen Yerel Yöneticilere bir mızrak gibi saplanıyor:
“Bana, gözü olmayan şoför mü, bediî idraki bulunmayan belediye reisi mi zararlı diye sorsalar ikincisini gösteririm.”
“Geleneğin dünya tasarımının şehre yansımasının temel metni” niteliğindeki Üstadın bu yazısının verdiği “bakış açısı”yla şehrimize baksak neleri görürüz acaba? Veya neleri göremeyebiliriz?
Trabzon, “doğunun taç şehirlerinden birisi” olarak bu “kitabe-manifesto”ya muhatap olacak ve gereğini yerine getirebilecek sorumlu”larını bekliyor.
İnsanlar bulundukları yere “emek verdikleri” için, ürettikleri için varlar.. Onun için sorumludurlar..
Trabzon; “geldiler ve düzelttiler…” diyebileceğimiz, “estetik idrak” sahibi “irade”yi hak etmiyor mu?
Çünkü şehirler “klonlanamıyor”. Öncesinden bir kesit alınıp sonrasına kopyalanamıyor. Ya da, (cumhuriyet döneminde çoğu kez yapıldığı gibi), şehir yöneticilerinin geçmişinden nefret eden, kaçmaya çalışan veya yüzyılların oluşturduğu “şehir ruhu”nu yok sayıp, ‘yapıştırma’ bir biçimde kendi tabii mecrasında yetişmeyen, üretilmeyen unsurlarla “şehir yapma”ya kalkmaları, şehri büsbütün tahribe yöneliyor.
Bu “tahrip cinneti” bütün büyük “medeniyet şehirleri”ni kasıp kavurduğu gibi Trabzon’u da tedrici olarak yakalamış ve bugün “ruhunu ve kalıbını bulamamış” bir hale büründürmüştür. Eskiyi silme adına, eski ‘dünya görüşü’nü yansıtan ne varsa, imaj oluşturan her şeyi sadece hafızalardan-hatıralardan değil, görüntüden de silme “humma”sı ortaya bir “garabet” çıkarıyor.
Sağlıklı bünyesini “tahkim” edeceği yerde, “koltuk değnekleri”yle yaşamaya çabalayan şehirler, bu yaşama tarzına alışıyor ve böyle bir garabet zemininde üzerinde yaşayanları da etkiliyor. Korkarız ki Trabzon da böyle bir çıkmaza doğru ilerliyor.
Kendinizi ne zannediyorsanız, varlığınızın anlamı da odur. İnsan için de, şehir için de böyle..
Şehirlerin aidiyet sahasını belirleyen, estetik disiplinlerin o şehirlere özel oluşturduğu “tarz”lardır. Bu tarzlar da büyük ölçüde o şehri “tezyin eden”, “yaşanmaya değer” kılan “irade”ye bağlıdır.
Burada önemli bir ölçü: Şehre ait olduğunu zannettiğiniz şeyleri, şehrin dokusu kabul edebiliyorsa onlar şehre aittir.
Bu bağlamda, bugün için “şehirleri tezyin eden” en üst yerel iradenin büyük ölçüde Belediyeler olması, Belediyelere nasıl bir sorumluluk, nasıl bir ödev ve vebal yüklendiğini de ortaya koymaktadır. Üstad Necip Fazıl’ın önce 1939 yılında, sonra da 1952 yılında bazı ilavelerle tekrarladığı “Belediye Reisi” başlıklı yazısı, bugün bütün şehirlerimiz için bir “manifesto” niteliğindedir ve şehirlerimizin girişlerine bir “kitabe” gibi yazılıp konulsa yeridir.
Yazının şerhini yapmak yerine, diline ve muhtevasına dokunmadan aynen sütunumuza alıyoruz. Kimbilir başta Trabzon olmak üzere, kendisini “şehrinden sorumlu” hissedenlerin nazarlarını celbedebilecek midir?
İşte Üstad’ın “Belediye Başkanı” başlıklı iki yazısının harmanlanmış tam metni:
Şehirlerimizin plânını yaptırmışız, ne çıkar? Önce o plânları başarıya götüreceklerin şahsiyet plânını yaptıralım ! Belediye Reisi örneğini, mafsal mafsal, kemik kemik bütün teşrihiyle belirtmedikçe, temel davalarımızdan biri olan umran işini kökünden yakalayamayız.
Sadece kıymetli bir idare adamı vasıflarına malik bir belediye reisinin, bir şehri güzelleştirebileceğini umar mısınız?
Belediye reisinde bu zaviyeden vücudu gereken ana vasıf, san’at terbiyesi ve bediî anlayıştır. Ruhunda bediî ölçüsünü taşımayan belediye reisinden imar ve san’at cephesinden iş beklemek, çerçeveciye resim ısmarlamaktan farksız... Belediye reisinde iktisadî, içtimaî, ahlâkî, idarî kıymetler, bir resim işinde, muşamba, b.oya, fırça ve çerçeve gibi, malzeme haddini aşmayan şeyler... Bütün bu malzeme, bediî idrâk emrinde toplanacak, o da bütün bir dünya görüşü ve inanış şeklinin tarh tarh örülü bahçesi içinde fıskiye gibi duracak...
Bakın, Tanzimattanberi, âdi bir eşya dersleri tablosunun kopyacısı kadar basit sandığımız ve her birini şahsî istidadı nisbetinde başıboş bıraktığımız belediye reisinin hakikati ne kadar derin köklerde!...
Bizde belediye reisi seçmekte miyar, bediî idrak kıymetinden başka herşey olmuştur. Onun içindir ki, şehircilik dâvalarımızda, bütçe, gelir, nizam, talimatname, kayıt kuyut gibi endişeler daima birinci plâna geçirilmiş ve hepsi birden yerine getirildiği halde eser öksüz kalmıştır.
Bunun içindir ki belediye reisliği ile, şehirciliği ayırmalıyız. Biri bediî idrâkin, öbürü idarî iktidarın mümessilidir ve her belediye reisi muhakkak ki ayni zamanda yüksek bir san’at ve bediiyat anlayışında kurucu ve yapıcı değildir. “
Üstad Necip Fazıl, yazısının sonunda öyle bir tesbit yapıyor ki, “şehriyle hemderd” olmak isteyen Yerel Yöneticilere bir mızrak gibi saplanıyor:
“Bana, gözü olmayan şoför mü, bediî idraki bulunmayan belediye reisi mi zararlı diye sorsalar ikincisini gösteririm.”
“Geleneğin dünya tasarımının şehre yansımasının temel metni” niteliğindeki Üstadın bu yazısının verdiği “bakış açısı”yla şehrimize baksak neleri görürüz acaba? Veya neleri göremeyebiliriz?
Trabzon, “doğunun taç şehirlerinden birisi” olarak bu “kitabe-manifesto”ya muhatap olacak ve gereğini yerine getirebilecek sorumlu”larını bekliyor.
İnsanlar bulundukları yere “emek verdikleri” için, ürettikleri için varlar.. Onun için sorumludurlar..
Trabzon; “geldiler ve düzelttiler…” diyebileceğimiz, “estetik idrak” sahibi “irade”yi hak etmiyor mu?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder