22 Haziran 2009 Pazartesi

BİR "MAÇKA'LI KONAK HÂNENDESİ"NİN HEZEYANLARI...


Yahya DÜZENLİ, 20 Ağustos 2008

Trabzon insanı, tarihi bilinmeyen bir zamandan bugüne kadar hayatının acılarını, hüzünlerini, melâlini, sevinçlerini ifade aracı olarak “türkü”ye ‘özel’ bir önem verir. Birçoğu ‘anonim’ hale gelen türkülerin, bugün bazı ‘sanatçı’ etiketli ‘hanende’ler tarafından intihal şeklinde kendilerine maledilerek kullanılması bile o türkülerin-bestelerin mucitlerinin büyüklüğünü, tevazusunu, vakar ve hicabını ortaya koyar.

Trabzon için önemli olan kendisini ifade edecek “eser-türkü”lerdir, onu “dile dökenler” değil. Bu anlamda Trabzon “eserinin-türkü”lerinin peşindedir, derdindedir, “türkücü”lerin değil. Onun içindir ki bu eserleri ortaya koyanlar hicab ifadesi altında kendilerini “gizlemiş”lerdir, ortaya dökmemişlerdir. Onun içindir ki bugüne kadar aşılamamışlardır. Orijinaldirler.

İşte “türkü”leriyle de Trabzon’a bağlılık ve aidiyet budur. İnsani duyarlılık ve kaygının ötesinde hiçbir dünyevî/ticari kaygı taşımayan bu isimsiz Trabzon kahramanları bugünün sanatçılarının halâ ilham kaynağıdır.

Bir de bugüne bakalım…

Bu melâl, elem, hicran yüklü “isimsiz türkü kahramanları”nın eserleriyle kendilerini sahnelere atan kimi ‘kerameti kendinden menkul’ sahne hanendelerinden birisinin öyle bir açıklaması var ki; adeta yaşadığı topraklardan emdiği sütü kusan nitelikte… Hangi “ideolojik konak”ta büyüdüğü malûm olan bu “Maçkalı Konak Hanendesi” Trabzon’da yerel bir günlük gazetede yayınlanan röportajın sonunda “Kadın üzerine okuduğunuz şiirleriniz..” şeklinde kendisine sorulan soruya verdiği cevap hastalıklı-virüslü bir bünyenin bilinçaltından patlamalar niteliğinde… İşte verdiği cevap: “Şimdi kadını kapatarak, tesettüre sokarak toplumdan dışlamaya çalışıyorlar. İslâm ülkesinde bir kadın olmak istemem. Bilim sanat ve kadın önde gidiyorsa o toplum yükseğe çıkar. Mustafa Kemal Atatürk’ün yaptığı en büyük öncülük kadını öne çıkarmaktır. Kadın kültürüne çok önem veriyorum. Kendini önemseyen birey olmuş kadınlar çok iyi işlere imza atıyorlar. Yere tüküren, kadına şiddet uygulayan, ambulans geçerken tüyleri diklenmeyen insan beni dinlemesin…”

Cümlenin sonunda “kadın kültürüne önem veriyorum” diyen bu “konak hanendesi”, cümlesinin başında Türk kadınlığına yaptığı hakaretin “dozunu”, şiddetini unutmuş, ne söylediğinin farkında değil… Veya ‘taammüden’ farkında… Tesettür… İslam ülkesi… Bilim sanat… Atatürk… Yere tükürmek… Ambulâns… Tam bir arabesk “malûmatfuruşluk”…

Soru soran muhabirin sorusuyla alâkası olmayan cevaplar. Cevabının içerisine sığ idraklere mahsus basit sokak duygusallığını, şuuraltı ‘saplantı’larını, ‘nefret’lerini ve ideolojik sömürüyü sıkıştırmayı da ihmal etmiyor bu “konak hanendesi”. Psikanalistlerin “insanın nerede şahsiyet bulduğu” sorusunun cevabını aradıkları nokta işte burasıdır.

Bu cümlelerin sahibi zihniyet tek merkezli değişik versiyonları olan “yayılıcı virüs etkisi”ne sahip çeşitlilikte ‘azınlık psikolojisi’ panikliğini yaşayan bir zihniyettir. Ne yazık ki Trabzon gibi bir “değer ve kimlik” şehrinde de kendisine bu ifrazatlarını sergileyecek “vitrin” bulabiliyor.

Niçin bu “konak hanendesi” bilinçaltındakileri dışa vuruyor? Bu tepki niye? Bu nefret niçin?

Genelde tüm Türk Kadınlığına, özelde de Karadeniz Kadınlığına hakaretin en ileri derecesi olan bu cümleleri ifade edebilen birisinin çıldırmış olması veya “sara nöbeti” sırasında bilinçaltının boşalması lâzım. Çünkü bu ifadelerinden sonra doğduğu topraklara “hangi yüzle” gelebilecek? Biraz hicabı-edebi varsa “hangi yüzle o topraklara bakabilecek?” Ninesine, anasına, halasına, teyzesine hangi yüzle bakabilecek?

Halbuki kendisi de bilir ki çok değil, daha 40-50 yıl önceki Trabzon’un sevda türkülerinde sevgilinin “çomberi-başörtüsü” de dile getirilir, onun asilliği, önemi, nasıl bir kadın şahsiyete örtü olduğu ifade edilirdi.

İşte bir örnek:

“Yaylanun çumenine
Usul usul gidersun
Çomberunun altina
Sevduğum ne güzelsun.”

Konumuzla doğrudan ilgili değil ama bir ara not olarak hatırlatmakta yarar var: Aslında karadeniz müziğini sulandıran, güya sentez iddiasıyla (gerek enstruman kullanımı, gerekse beste-ezgi olarak) kaosa dönüştüren bir sanatçıdır bu “konak hanendesi”… “Sentez” merakıyla Karadeniz-Akdeniz tulûatına yeltenen “marka” olamamış bir “etiket”li.

Ayrıca bu “konak hanendesi” sık sık Nazım’ın şiirilerini de okuyor. Özellikle de ağızlarda sakız gibi çiğnenen “bir çınar gibi…..” şiirini. Yazık yazık.. Kendisine değil Nazım’a yazık.. Nazım bu düzeye mi inecekti, bu ağızlara mı düşecekti?

Bu ve benzerleri; “kadını kapatmak”, “tesettür” ifadeleriyle aşağıladıkları kadınlığı, (özellikle de Karadeniz kadınlığını), kaset-cd satışı sözkonusu olduğunda “babaanneleri”ne sığınarak ‘nostalji’ babında yüceltirler de. Babaanneleri ve onun başörtüsü bazan ‘kaset kapakları’ içindir, türkülerinde önemli bir motiftir.. Yani satış, ticari kaygı için vazgeçilmezdir..

Bir taraftan hakaret ettiği, kendisinin doğduğu topraklarda tamamının “tesettürl”lü olduğu kadınlarımızın bağlı olduğu “inanç”ın “öte dünya” referansını inkâr eder, aşağılarken; diğer taraftan okuduğu bir türküde ‘ahiret’e vurgu yapar:

“Gökteki yıldızları
Sayalım elli elli.
Bu dünyadan fayde yok
Öteki de şüpheli”

diyerek müthiş bir çelişkiyi, müthiş bir ikilemi yaşarlar ama farkında değillerdir. Veya ‘satış’ adına bilinçlidirler. Kendisine nereden “intihal ettiği”ni bile bilmediği bu türkünün sözleri üzerinde egzersiz yapmasını ve bu türküdeki “derîn insanî sorumluluk” ve “özeleştiri”nin hangi “hakikat”e işaret ettiğini düşünmesini öneriyorum.

Trabzon/Of Belediye Başkanı’nı “Bunları söyleyen bir sanatçının Of’da bir etkinliğe gelmesini istemem” şeklindeki pasif tepkisini önemli bir ilk tepki olarak önemsiyorum ve tebrik ediyorum. Çünkü, haddini bilmeyenlere hadlerinin “usûl ve adâbıyla” bildirilmesi gerekiyor. Trabzonlu diğer Belediye Başkanları (hatta tüm Trabzon’lular) da bu “konak hanendesi”ni ve bunun gibi kadınımızı, özellikle de “röportajındaki tanımın karşılığı” olan Karadeniz kadınının değerlerini, gövdesi üzerindeki özgür iradî tercih hakkını aşağılayan bu tip “sahne hanendeleri”ni boykot etmeli. Of Belediye Başkanı’nın tepkisinden sonra (yerel gazetenin yazdığına göre) bu “konak hanendesi” Belediye Başkanı’nı arayarak “kadınlara yönelik şiddeti dile getirmek için açıklama yaptığı”nı ve “ifadesinin çırpıtıldığı”nı söylemiş.

Bu “yanlış anlaşılma”, sahne alamama endişe ve korkusundan kaynaklanan “klâsik panik” halimidir acaba? Halbuki yerel gazeteye verdiği röportajın tamamı gazetede yayınlandığı gibi, bugüne kadar (eğer bu yazıdan sonra kaldırılıp değiştirilmezse) gazetenin internet sayfasında da yerini muhafaza ediyor.

İnsanın aklına Abdullah Cevdet ile Mehmed Akif’in karşılaşması geliyor.

Mehmed Akif Abdullah Cevdet’i İstanbul’da bir caminin şadırvanında abdest alırken görür ve hayret eder. Çünkü ilk materyalistlerden, Allah’ı inkâr edenlerdendir Abdullah Cevdet. Yanına yanaşır ve ona şöyle der: “Yazıklar olsun sana ! Küfründe bile samimi değilmişsin! Bari küfründe samimi olsaydın! ”

Anlayan anladı !

Biraz olsun şahsiyet lütfen! Söylediğinizin bari arkasında durun! Belki bir bilinç ıskalanması halinde söylenmiş bile olsa söylenilen sözlerin bu şekilde bir “inkâr” ve “pişmanlığı” olmamalı!

Bir Maçka’lı “Konak Hanendesi”nin ifrazata dönüşmüş ifadelerinden yola çıkarak “köhne”miş, arkaik-eklektik bir “zihin yapısı”na işaret ediyoruz. Birçok edebiyat adamında duruşu, vakarı ile “derin izler” bırakan Doğu Karadeniz kadını bu “konak hanendesi”nde “tesettürü”yle bir “bilinçaltı yarası”dır. “Konak hanendesi”nin bu yargısı, Karadeniz kadınının ruh ve mana dünyasıyla ilgili değil, kendi dünya algılamasının, dünya tasavvurunun dışa vurumudur.

Kendisini “sanatçı” görenler-nasbedenler, öncelikle yaşadıkları toplumun duyarlılıklarını, değerlerini, aidiyetlerini ‘yok sayma’malı, onlarla çatışmaya girmemeli. Aksine onların duygu ve düşünce dünyalarını besleyecek eserler üretmeliler. Nasıl ki (her ne kadar bestesi anonim bir eski beste de olsa) “Cerrahpaşa” türküsü doğduğu toprakların “melâl”ini ifade ediyorsa, aynı eksende çalışmalar ortaya koyması daha münasip olur diye düşünüyorum.

Bu topraklar bu “konak hanendesi”nin sözlerine benzer, hatta onlardan daha “galiz” sözlere de zemin oldu fakat ne toprağın rengi, ne insanımızın ahengi değişmedi, bozulmadı. Değişen, bozulan bu tarz ifade sahiplerinin sinir sistemleridir.

Üzüntümüz, öfkemiz: Kendisini tüm topluma kabul ettirme iddiasında bir Trabzon’lu “sanatçı”nın yetiştiği “ideolojik konak”ın bilinçaltı manipülasyonuyla kendi ninesi, annesi, halası, teyzesinin de içinde olduğu tüm Trabzon kadınlığının ontolojik ve tarihsel ‘remz’leriyle çatışmasıdır, onlara karşı öfke duymasıdır. Halktan itibar gördükçe “Aşil kompleksi”ne kapılan bu tür “hanende”lere itibarın “dozu” iyi ayarlanmalı diye düşünüyorum.

Gene de kendisini doğduğu topraklara ve insanlara karşı saygıya davet ediyoruz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder