Yahya DÜZENLİ, 24 Eyül 2008
İki ay kadar önce dört günlük yoğunlaştırılmış bir programla gittiğim Bosna-Hersek’te gördüklerim karsında “şoklar” yaşadım. Bosna’da Trabzon’un tarihî coğrafyasının yaşayan “aktüel” coğrafyasında kendimi buldum desem abartı yapmamış olurum.
Başkent Saraybosna, bir rölyef şehir Mostar ve Osmanlı’nın vezirler şehri Travnik gibi başlıca şehirlerini yeşil bir örtü gibi bürüyen tabiatı karşısında sanki Trabzon’a tutulmuş bir aynadan Trabzon’u seyrediyorsunuz... Yalnız tek ve önemli bir ayrıntı var: Tahrip edilmemiş bir tabiat, tarihi mekânlarını “yaşanılır” kılan bir hayat ve sizi ‘aidiyete davet eden” tarihî mekânlar
Osmanlı’dan koparıldıktan sonra üç büyük katliam yaşayan Bosna-Hersek (Avusturya-Macaristan, İkinci dünya savaşı ve en son yaşanan Sırp katliamları) adeta “küllerinden yeniden dirilmenin” sembolü ve heykeli şeklinde dimdik duruyor..
Katliamlar, değişimler, asimilasyonlar, soykırımlara rağmen Bosna hala ayakta.. Hala canlı.. Mekanları halâ Osmanlı kokuyor, Osmanlıyı yaşatıyor, Osmanlı’yı yaşıyor... Başçarşı’ya girdiğinizde yürüdüğünüz sokaklarda adeta 545 yıl önceye gidiyor ve o tarihî zaman diliminde yürüyorsunuz sanki… Osmanlı eserleri müzeye dönüşmeden günlük hayata eşlik ediyor. Modern dünyanın yokediliciğine direniyor.. Ve başarıyor da..
1876’da Osmanlı yönetiminden çıkan ve Avusturya Macaristan İmparatorluğunun hakimiyetine giren Bosna 1917 devriminden sonra Komünist Tito tarafından Demirperde ülkesi olarak yönetilir.. Bosnalı Müslümanlar bütün bu baskı, yıldırma, kültürel ve fiili soykırım ve katliamlara rağmen hayatiyetlerini, kimliklerini, tarihlerini, şehirlerini ısrarla, inatla yaşatırlar ve bugüne taşırlar..
Neleri kaybettiğimizi görmek isteyenler Bosna’yı görsün !
Kadîm gönüldaşım Hüsnü Kılıç’ın Bosna’nın her karesini muhtevayla dokuyan izahlarıyla bu tarihî ve güncel coğrafyada dolaşırken “400 kitap okumak yerine burada 4 gün dolaşmak lâzım” diye düşünüyorum.
Arabayla Saraybosna’dan Mostar’a doğru ilerlerken sanki Of’tan Çaykara’ya doğru vadi yolundan, yeşil örtülerin altında ilerliyorsunuz. Muhteşem şehirler, muhteşem kasabalar, muhteşem köyler... Tek farkı: tahrip edilmemiş doku ve dokuyla uyumlu-bütünleşmiş yerleşim yerleri, mekânlar...
Bosna deyince… Fatih Sultan Mehmed ve nirengi noktası üç tarihe dikkat çekmek gerekiyor: 1453, 1461 ve 1463... İstanbul’un, Trabzon’un ve Saraybosna’nın fethi... On yıl içerisinde Osmanlı’ya katılan bu üç muhteşem beldenin Fatih’te “özel” bir yeri olduğu anlaşılıyor. Trabzon’un fethinden üç yıl sonra Osmanlı topraklarına katılan (fethedilen) Saraybosna...
Doğu’daki ve batıdaki en uç ve en müzeyyen iki şehir: Trabzon ve Saraybosna...
Bir köşe yazısının hacmine sağmayacak muhteşemlikler nasıl anlatılabilir? Herkesten ve her şeyden önce Trabzon’lular “nelere sahipken neleri kaybettikleri”ni anlamak istiyorlarsa mutlaka görmeleri gereken yer: Bosna-Hersek… Saraybosna, Mostar, Travnik… Poçitel köyü, Blagay tekkesi, vs….
Trabzon’la Bosna arasında ince bir tarihî koridor var. Bu koridorda sadece coğrafya değil, insanlar da harmanlanmış..Trabzon Tahrir Defterlerini inceleyenler bilirler: Trabzon’un fethinden sonra iskân hareketlerinde Balkanların, Bosna’nın önemli yeri var. Bilhassa 1515-1553-1583 aralıklarında Of’taki iskânlarda timar sahiplerinin önemli ölçüde bu bölgeden olması dikkat çekiyor..
Günlük dile birçok Türkçe kelime yerleşmiş. Hem de bugünkü Trabzon diyalektiyle, Trabzon ağzı’yla konuşuluyor. İşte bazı meslekler ve bir iki kelime: Çizmeciluk, Kazanciluk, Sobaciluk, Avli, Hayde, Çemal….
Cuma namazını kıldığım Saraybosna’nın merkezindeki Gazi Hüsrev Bey Camiinde müezzininin Türkçe dua ve salat-ü selamı insanı ürpertiyor ve haşyete davet ediyor: “Sahibul hayrat vel hasenat…Hazret-i Habibullah, Resulü Ekrem ve nebiyi muhterem sallallahu taalâ aleyhi vesellem efendimizin ruhi içun Selevati şerife geturenlerun ilahi ahirleri ve akibetleri hayrola..Seyyid-ül müezzini Bilal-i Habeşi R.A. hazretlerinin ruhi şerifi için ve kaffeyi ehli iman ve İslam ervahi içun celle ve alel fatiha..”
Kendimi bir anda Trabzon’da bir Osmanlı Camiinde veya Anadolu’nun herhangi bir camiinde hissettim.
Mostar.. O muhteşem köprüsü (ve köprüleri)yle Mostar. Sanki bir muhteşem rölyef gibi duruyor. Bütün bir şehrin güzelliği nasıl anlatılır bilmem. Hele kadîm gönüldaşım Hüsnü Kılıç’la yürürken Mostar köprüsünün tam ortasına gelince eliyle gösterdiği köprünün karşı ayağındaki muhteşem binayı “Evliya Çelebi burada, bu evde kaldı. Seyahatnamenin Bosna ile ilgili kısımlarını burada yazdı.” dediğinde gözlerim doldu ve ruhuna fatiha okudum.
Bosna’yı nasıl anlatmalı bilmem ki… “Dili yok kalbimin, ondan ne kadar bîzârım!”… Blagay (Sarı Saltuk) tekkesinden mi, vezirler şehri Travnik’ten mi, Mostar’dan mı, Saraybosna’daki Moriçe Han’dan mı, o muhteşem Osmanlı mescit-camilerinden mi? Saraybosna’nın Başçarşı’sından mı bahsetsek?
Seyahatimizin 498 yıldır devam eden Ajvatoviça/Ayvazdede şenliklerine rastlamasının hazzını anlatamam. Oldukça dik ormanların içerisinde 7-8 km. yürüyerek ulaştığımız “şenlik” alanında Kur’an okumalar, mehter, vs. vs.. Reis-ül Ulema’nın toplu duasından sonra kılınan öğle namazı ve atlar üzerinde sancaklarla geçişler… Şenlik deyince… Şenliğin ne olduğunu Trabzon’un yerel yöneticileri gelsin de Ayvazdede’de görsünler.. Trabzon’da “kemençe ve horon”la başlayıp “fiziki titreme”yle biten sulandırılmış, bundan başka tarihî ve kültürel motif içermeyen şenliklere karşılık insanı tarihe götüren, bu tarihin kalbindeki mesaja davet eden bir mahşer yeri Ayvazdede…
Bosna’da “nereye ait olduğunuzu” hissediyorsunuz. Aidiyet ihtiyacı duymuyorsunuz. Her yer sizi karşılıyor, kucaklıyor. Alanlar sizin, mekanlar sizin..
Boşnaklar 545 yıldır (1463-2008) Osmanlı’yı, medeniyet eserlerini, (korkunç katliam, soykırım ve yok ediciliğe rağmen) canlı olarak hayatın içinde yaşatırken biz Trabzon’da ne yaptık? Veya Trabzon’da neler yapıldı? Sadece Trabzon da değil, tüm Anadolu coğrafyasında nelerden “koparıldık”..
Görmek, anlamak istiyorsak yolumuz Bosna’ya düşmeli…
Osmanlı’dan ayrıldığından bugüne 124 yıl geçmesine ve üç büyük katliama rağmen yıkılamayan/yokedilemeyen Saraybosna ve diğer şehirlere karşı Trabzon’u kendi elimizle tarihi silüetinden, tarihi kimliğinden, tarihi şahsiyetinden ne kadar uzaklaştırdığımızın üzerinde derin ve hazin bir şekilde dursak yeridir. Bunu, Saraybosna’yı gördükten sonra çok daha iyi anlıyoruz.
Üstelik şehrimizi (Trabzon’u) Sırpların, Rusların silahlarıyla değil, kendi ellerimizle yıktık, kendisine yabancılaştırdık. Yavaş yavaş, tedrîcen…
1992-1995 yılları arasında yüzyılımızın en vahşi soykırımını yaşayan Bosna’lılar savaşın maddî ve coğrafî etkilerini her türlü imkansızlıklara rağmen bu kadar kısa bir zamanda üzerlerinden atmış görünüyor. Toparlanma kabiliyeti oldukça yüksek. Bosna halkı Hristiyan Avrupa’nın tam ortasında bir Osmanlı “Müslüman yürek” olarak atmaya devam ediyor…
Bu yürek bizim yüreğimiz… Bu yürekte bizim ritimlerimiz var… Bu yürek bizi bekliyor, bizi kolluyor..
Adı Bosna ile bütünleşmiş, yüzyılımızın bir büyük önderi: Aliya İzzetbegoviç… Halkına karşı girişilen o insanlık dışı savaşı, halkı için, hem büyük zahmetlerin habercisi, hem de büyük rahmetlerin hazırlayıcısı ve unutulmaya yüz tutmuş şeylerin hatırlatıcısı olarak görmek gibi bir idrakin şekillendirdiği adam… Unutmak mümkün mü? Saraybosna’daki kabri, buradaki abartılı mezarlara karşılık hayatı ve mücadelesi gibi “tevazu” içerisinde kendisine Kur’an okuyacakları bekliyor…
Halil İbrahim Düzenli’nin hazırladığı “Bir mimari deneyim: Trabzon ve Sarajevo’da mahalle” isimli kitaptaki yazımıyla: “Tra-vnik ve Tra-bzon”. Bosna’ya yaptığımız dört günlük “başdöndürücü” yolculuk bize “ne kadar Trabzon’lu olduğumuzu” hatırlattı..
Atasözü haline gelmiş bir cümle var: “İstanbul’un savunması Saraybosna’dan başlar. Saraybosna’nın savunması ise İstanbul’dan” diye. Bu cümleyi biraz değiştirerek, Anadolu’nun en ucundaki Osmanlı medeniyet şehri Trabzon ile Avrupa’nın en ucundaki Osmanlı medeniyet şehri Saraybosna’yı aynı cümlede şöyle birleştirebiliriz: “Saraybosna’nın savunması Trabzon’dan, Trabzon’un savunması ise Saraybosna’dan başlar!”
Hüsnü Kılıç Bosna’nın özetini vermiş: “Sarayevo’ya gelenler kalbinin birazını burada bırakır.” Biz de bıraktık…
Trabzon Bosna’yı görmeli, yaşamalı ki kendini görebilsin…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder