22 Haziran 2009 Pazartesi

ŞEHİR, ERDEM VE İDRAK...

Yahya DÜZENLİ, 12 Kasım 2008

‘Medeniyet’ kavramının etimolojisinde ‘medine’den türediğini, medine’nin de farsça ‘şehir’in karşılığı olarak literatürümüzde uzun süredir yar aldığını düşündüğümüzde, şehrin medeniyetle, şehrin ve şehirlilerin ‘erdem’le doğrudan ilgisi bir şehrin ‘olmazsa olmazı’ olarak öne çıkıyor. Şehir; kendisini kuşatan medeniyeti aksettirdiği ve bu medeniyet şehre erdem kattığı sürece ‘erdemliler şehri’ olarak kalacak, bu medeniyetten uzaklaştığı oranda da ‘erdemsiz’, yâni ‘niteliksiz’ bir ‘kütle’ olarak kalacaktır.
Diğer bir tanımlamayla “şehir, şehirli ve erdem”in doğrudan ilişkisi, diyalektik-tezatsız bir bütün halinde medeniyette ifadesini bulur.
“Erdemli Şehir” kavramı bir şehrin kimliğini ve muhtevasını ifade için kadîm zamanlardan bu tarafa kullanılan önemli kavramlardan da birisidir. Filozof Farabî’nin ‘Medinet-ül Fazıla-Erdemli Şehir’ adını verdiği eseri bir “tasarım-kurgu” da olsa, sadece adının “erdemli şehir” olması bile şehrin ‘ne olması’, şehirde yaşayanlarının ‘nasıl olması’ gerektiğine vurgu yapar mahiyettedir.
Bu anlamda şehir ve erdem ilişkisi tarihî metinlerde de önemli ‘ayrıntılar’ olarak yer almıştır.
Antik dönemin önemli düşünürlerinden Sokrat’la öğrencisi olan Devlet adamı ve asker Alkibiades arasında geçen diyalog meşhurdur. Günümüzden yaklaşık ikibindörtyüz sene önce yaşayan Sokrat ve Alkibiades arasında ‘kendini idrak’, erdem, ahlâk ve şehir/şehirliler arasındaki ilişkiye dair önemli bir ‘metin’ niteliği taşıyan bu ünlü diyalog, günümüz şehrine, şehir yöneticilerine ve şehir halkına çok şey anlatan/yükleyen doğrudan mesajlarla doludur.
Biz medeniyetin kök olarak ifadesinin ‘medine-şehir’ ile ilişkisini hafızalarımızda tutarak bu yazımızda böylesine önemli bir tarihî diyaloğun “şehir ve erdem”le ilgili kısımlarını yorumsuz bir şekilde aktarırken medeniyet şehri Trabzon’u tahayyül etmeye çalışıyoruz.

“SOKRATES: Biz de kendimizin ne olduğunu bilmezsek, bize ait şeylerin gerçekten bizim olup olmadığını da bilemeyiz, değil mi?
ALKİBİADES: Nasıl bilebiliriz?
S: Kendimize ait şeyleri bilmezsek, bunlara ait olan şeyleri de bilemeyiz, değil mi?
A: Evet, bilemeyiz.
S: Kendinin olan şeyleri bilmeyen kimse, başkalarına ait olan şeyleri de bilemez.
A: Hiç şüphe yok.
S: Başkalarına ait olan şeyleri bilmezse, şehre ait şeyleri de bilmez
A: Elbette.
S: Böyle bir adam şehir işlerini idare eden bir adam olamaz.
A: Olamaz.
S: Ne yaptığını bile bilmez.
A: Evet, bilmez.
S: Bilmeyen yanılmaz mı?
A: Elbette yanılır.
S: Yanılınca da hem kendine, hem de şehre kötü davranmaz mı?
A: Başka türlü olamaz.
S: Kötü davranınca bahtsız da olmaz mı?
A: Elbette.
…………………..
SOKRATES: Mesut olmak için, şehirlerin, ne duvarlara, ne üç sıra küreklilere, ne de tersanelere ihtiyacı var. Ne de nüfusa veya genişliğe. Gerekli olan şey erdemdir, öyle değil mi?
ALKİBİATES: Evet.
S: Öyleyse şehir işlerini gerektiği gibi görmek istiyorsan, şehirlilere erdem aşılamalısın.
A: Hiç şüphesiz.
S: Peki, kişi, kendinde olmayan bir şeyi başkasına verebilir mi?
A: Nasıl verebilir ki?
S: Öyleyse önce sen erdem edinmelisin; bu, yalnız kendinle ve kendine olan şeylerle değil, fakat aynı zamanda, şehirle ve şehre ait olan şeylerle de ilgilenmen demektir, onları idare etmek isteyen bir kişiye bu gerekir.
A: Doğru söylüyorsun.
…………………………SOKRATES: Bir şehirde erdem yoksa, kötü davranışlar önlenemeyecek bir şeydir.
ALKİBİADES: Muhakkak.
SOKRAT: Alkibiades, mesut olmak için, senin de şehrin de edinmesi gereken şey iktidar değil, erdemdir. “
……………
Nelerin kendimize ve şehrimize “ait”, nelerin de ‘başkalarına’ ait olduğunu bilmeden şehrin “bizim” mi “başkalarının” mı olduğunun önemi yoktur. Şehir bizim diyorsak; bize ait olması için neleri taşıması gerektiği, nelere sahip olması gerektiği, neleri temsil etmesi gerektiği, kimleri yönetici olarak belirlediği temel göstergelerdir.

Bu diyalogda Sokrat’ın işaret ettiği/nitelediği şekilde bir şehir, şehir yöneticisi ve şehir halkını Trabzon’da görebiliyor muyuz?

Bu antik diyalog, kendini hiçbir zaman “hiçbir yere ait” hissetmeyenlere hiçbir şey anlatmaz. Sokrat’ın “şehir ve erdem”in önemini ve gereklerini yapmayı tavsiye eden bu diyalojik mesajlarına şehrimiz Trabzon’dan nasıl bir yankı gelir bilemiyoruz.

Bildiğimiz o ki; Alkibiates’e “şehirlilere erdem aşılamasın”, “şehirlerin ne duvarlara, ne tersanelere, ne nüfusa ne de genişliğe” ihtiyacı olmadığına, ihtiyacı olan tek şeyin “erdem” olduğuna dikkat çeken Sokrat’ın bu tavsiyelerine şehrimiz Trabzon’da ‘potansiyel’ bir cevap bulunduğudur. ‘Potansiyel’ diyoruz çünkü, “durdurulmuş bir medeniyet şehri”nin sokaklarda, şenliklerde ve stadyumlarda heba edilen enerjisi giderek erdemini de heba edecek yoğunluğa tırmanıyor.

Bu diyaloğu;

· Öncelikle; Trabzon’da mevcut Vali ve bürokratlara ve gelecekte Trabzon’a Vali ve bürokrat atayacak iktidar yetkililerine, siyaset adamlarına,
· Trabzon’a Yerel Yönetici seçecek Trabzon halkına,
· Mevcut ve seçilecek Yerel yöneticilere,

Ve de artık “medeniyet şehri olduğu” unutturulan Trabzon’da;

Şehirde “kalmak” isteyenlere,
Şehirde ve şehriyle “olmak” isteyenlere,
Şehirden “kaçmak” istemeyenlere ithaf ediyoruz.

Unutmadan şu notu da ekleyelim: Şehrimiz Trabzon’u parlamentoda temsil görevi kendilerine tevdî edilen milletvekillerinin, diyaloğun temel mesajı olan “erdem”den ne kadar pay sahibi oldukları konusunda kendilerini sorgulamaları da ‘erdemli’ olmanın bir gereğidir.

‘Erdem’iyle ve ‘erdemlileri’yle medeniyet şehrinde olduğunu bilenlere çok şey anlatması gereken bu antik diyalogda büyük hikmet adamı Sokrat en çok da Trabzon’a seslenmiyor mu?

“Erdem” bir şahsiyet ifadesidir. Bu bilinçle Trabzon’a bakıyoruz, bu bilinçle Trabzon’dayız. Şahsiyetini, yani erdemini kaybedenin her şeyini kaybedeceğini belirtmeye gerek var mı?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder