YAHYA DÜZENLİ, 28 Ocak 2009
Tarihçi ve seyyah J. Goodwin, ‘Ufukların Efendisi Osmanlılar’ isimli kitabının önsözünde “Bu kitap, şimdi mevcut olmayan bir halk hakkındadır…” diye bir cümleyle kitabına başlar. Goodwin kitabına adına veren bu ifadeyi “Gazilerin Sultanı, Ufukların Efendisi…” şeklinde Bursa’da Orhan Gazi’yi vasfeden eski bir caminin kitabesinden aldığını belirtir. Bu cümle zihnimde Trabzon’u düşünerek şöyle dehşet verici trajik bir cümleye dönüştü: “Bu kitap, şimdi mevcut olmayan bir şehir halkı hakkındadır.” Trajik olan şu: Bir medeniyet şehrinin insanları “ufukların efendiliği”nden ‘artık mevcut olmayan’ bir halk haline geliyorsa, yâni yok oluyorsa, nereye gitti bu halk? sorusunu sormak ve cevabını da verebilmek gerekiyor. Şüphesiz Goodwin’in deyimiyle ‘ufukların efendileri’ biyolojik olarak devam ediyor, ancak bu devam edişin ufuklara bile hükmeden medeniyetten kopuşla nasıl bir hale dönüştüğü ortada. Ufuklara hükmetmekten yerde sürünmeye mahkûm bir hayatı sürdürmek eğer ‘yaşamak’ kabul edilirse…
Şuraya gelmek istiyorum: Bir medeniyet şehrinin üzerinden güneş çekildikten sonra ortalığı kaplayan meş’um grilik tüm şehri kasvete bürüyor, ve şehirli artık kendini tanıyamaz hale geliyor ve emniyet yerini korkulara bırakıyor, bu korkular da giderek paranoyaya dönüşüyorsa orası artık hastalar şehridir.
Eğer bu şehrin sinir sistemi belli periyodlarla test ediliyor, zorlanıyor, sarsılıyorsa tedavisi zor bir süreç başlamış demektir.
Fıkrayı bilirsiniz: Kendini fare zanneden adam tedavi için akıl hastanesine yatırılır. Uzun süren bir tedaviden sonra İnsan olduğunu idrak eder. Taburcu olmadan önce tam olarak iyileşip iyileşmediğini anlamak için doktorlar kendisiyle son bir kez görüşme yaparlar. Doktor sorar: -“Fare olmadığını anladın değil mi sen İnsansın işte!” Adam tebessümle cevap verir: “-Sormayın yahu! Nasıl oldu da insan olduğum halde kendimi fare zannetmeye başladım. Elbette ben bir insanım.” Doktorlar da tedavinin tamamlandığını söylerler, adamı yolcu ederler. Adam hastaneden çıkar, birden panik halinde bahçede bir ağacın arkasına saklanır. Bunu gören doktorlardan birisi “-Ne oldu sana, bu panik ne ?” der. Adam: “-İyi de doktor bey, şurda bir kedi var! Ben kendimin fare olmadığımı biliyorum ama bunu kediler de biliyor mu? ” der.
Bu hikâyede olduğu gibi eğer şehir ve şehirli kimliğini, şahsiyetini, aidiyetini kaybetmiş, şuuraltındaki korkuları paranoyaya dönüşmüşse o şehrin ‘akıl ve ruh sağlığı’ bozulmuş demektir.
Korku insani bir gerçekliktir. Hatta insanın yaşadığı, yaşaması gereken önemli bir gerçeklik… Ancak, “haddini aşan her şeyin zıddına dönmesi” hikmetiyle, korku sınırını geçtiğinizde korkunun adı artık “paranoya” olur. Korku sınırı aştığı zaman, aklı kuşattığı zaman, irrasyonel hale geldiğinde adı paranoya olur. Paranoyanın ise sınırı yok… Paranoya önemli bir ruh hastalığıdır. Tedavisi mümkün olmayan karmaşık bir hastalık.. Türkçe tam karşılığı: İdrak yeteneğini yitirme.
Genetik midir? Yoksa konjonktürel midir? Zaman zaman ortalığa atılıp salgın hale getirilmek istenen bir virüs müdür?
· Kendini paranoyaya kaptıran şehir herkesi düşman görür.
· şehir kendisinin “her an işgal edileceği” vehmini şahsiyet haline getirir.
· Bu hastalığa tutulan şehir, hem kendinden hem de muhataplarından korkmaya, kaçmaya başlar.
· İçine kapanır, muhayyel düşmanlarla savaşmaya uğraşır, halisünasyonlar, kâbuslar görmeye, hezeyanlara (sayıklama) başlar.
Bazı ‘taç şehir’lerde korku ve paranoya diri tutulmaya çalışılır. Trabzon da bu şehirlerden birisidir.
Trabzon’un zaman zaman sokulmak istendiği “dehliz”e işaret etmektir muradımız. Bu dehliz korkudan paranoyaya uzanan dehlizdir.
· Trabzon, gıdası korku ve paranoya olacak kadar kendine güveni olmayan bir şehir midir?
· Trabzon, birtakım malzemeler ve kavramlar piyasaya sürülerek kültür istilâsına uğrayacak bir şehir midir?
· Trabzon, ‘medeniyet ve değerler kimliği’ni ‘deri-kemik-iliğe’ indirgeyecek kadar kendini unutmuş bir şehir midir?
· Trabzon, ‘şehir elden gidiyor, işgal ediliyor’ paranoyasına açık bir şehir midir?
· Trabzon, sürekli ‘savunma refleksleri’yle yorgun düşecek bir şehir midir?
· Trabzon, her gece ‘evim basılacak’ korkusuyla pusuda bekleyecek bir şehir midir?
Diyoruz ki: hazmedebileceğiniz, bünyenize katabileceğiniz, bünyeleştirebileceğiniz, bünyenizde ‘yabancı madde olarak durmayacak’ şeylerin tamamı ‘sizin’dir, size aittir.
Bunları niçin yazdık? Trabzon’a belli aralıklarla giydirilmek istenen deli gömleklerinden olan Pontus korkusunun paranoyaya dönüşme eğilimi taşıdığı için. Bu yazının çerçevesi Pontus’un tarihî, siyasî gelişimi, bugün büründüğü anlam, vs. değil. Biz Pontus üzerinden koparılan ve koparılacak fırtına ve bu fırtınada paranoyaya yakalanmanın şehir ve insanımızı nereye sürüklediğine vurgu yapmak istiyoruz.
İki hafta önce Maçka’nın Yazlık köyüne gelen Yunan turist grubu geleneksel kıyafetlerle ‘Kalandar-Yeni yıl kutlaması’ yapıyor ve bu kutlama kimileri tarafından tepkiyle karşılanıyor. Ve tabii bu olay Trabzon’un ‘Pontus paranoyası’ dosyasına yeni bir ‘delil’ olarak ekleniyor. Bu, yukarıda değindiğimiz ‘eyvah Trabzon elden gidiyor!’ paranoyasını beslemekten başka bir şey değil. Kendine tarihsel güveni olmayan, artık şartlarını, toplumsal gerçekliğini yitirmiş, folklorik bir değeri bile kalmamış kimi geleneklerin sembolik olarak yabancı bir topluluk tarafından icra edilmesinden “mesaj” çıkarmak, burada varlık ifade etmek ne kadar doğrudur?
Potansiyel olarak rafta hazır bekletilen, birilerinin Trabzon’a “senin şu sıralar bu raftakine ihtiyacın var!” dediği türden bir deli gömleğidir Pontus.. Ne yazık ki Trabzon bu gömleği giymeye hazır hale getirilmeye çalışılır.
Oysa ki; tarihsel aidiyetinden şüphe, insanı ve şehri korkulara büründürür, korkular paranoyaya dönüşür.
Bir coğrafyadaki kültürel kalıntıları, geleneksel motifleri yok saymak, o motiflerle boğuşmak doğru mu? Şüphesiz değil. Bunları imha ve iptal edici bir tavır kendimize güvensizliğin bir sonucu olarak korku ve giderek paranoya haline dönüşür. Bizim mehter takımımız Budapeşte’de Tuna nehri kenarında konser verdiğinde Budapeşte halkı “Eyvah işgal ediliyoruz !” duygusuna, korkusuna mı kapılıyor? New York caddelerinde “Türk günü” etkinliklerinde mehter eşliğinde yüründüğünde Amerikan halkı bunu “Amerika işgal mi ediliyor?” şeklinde mi yoksa, ‘ilginç gösteri’ler olarak mı seyrediyor?
Fuzulî’nin söylediği gibi “akıntıya kapılan kıyıyı yürüyor zanneder !”
Tarihi, kültürü, medeniyeti güçlü ve köklü topluluklar, bünyeleri steril topluluklardır.
Celalzade Mustafa, Selimname’sinde Trabzon’u tanımlarken o kadar ileri gider ki; “…memleket-i ma’mure-i Tırabzon….. semt-i şimâlde, Deryây-ı Sevâd kenarında bir iklîm-i cennet-i na’im-ü-âbaddır…” der. Yâni “…mutluluk yeri saltanat merkezi, mamur Trabzon şehri… Burası naim cenneti iklimli olup, kuzeyde Karadeniz sahilindedir.”
Bir zamanlar naim cennet iklimini yaşatan Trabzon Pontus ve benzeri paranoyalarla beslenmemeli…
Ufukların efendileri paranoyaların malûlleri, mahkûmları olmamalı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder