Yahya DÜZENLİ, 24 Haziran 2009
Latince birleşik kelime “Urbicide”in “şehir soykırımı” olduğuna tekrar vurgu yaparak yazımızın ikinci bölümüne başlayalım.
Bir dünya görüşü tercihinin, medeniyet dönüşümünün, tarihsel aidiyet kırılmasının “şehir mezarlığı” bağlamında nasıl gerçekleştirildiğine örnek olarak Trabzon İmaret Mezarlığı’nın “Atapark”a dönüştürülmesine devam ediyoruz. Birkaç köşe yazısıyla anlatılması mümkün olmayan, hacmi bu sınırları aşan “İmaret mezarlığının Atapark’a dönüştürülmesi”ne kesitler halinde değineceğiz.
Trabzon İmaret-i Hatuniye Külliyesi’nin önemli bir parçası olan Müslümanlara ait İmaret Mezarlığının neleri çağrıştırdığına dair Üstad Necip Fazıl’ın 1943’te Karacaahmet mezarlığından geçerken düşüncelerini yazdığı satırlarını okuyoruz: “…Ölüler okyanusu.. Sahilsiz bir deniz gibi her mezartaşı bir kıvrım halinde dipsizliğe doğru dalga dalga akıyor. Servi, mezar taşı, taşın tepesinde kavuk, taşa hâk edilmiş Allah adı, mezarlıkta şuurlu bir hendese ve intizam nefreti ve bütün bunların üstünde zamanın yeşil küfü… Bu unsurları tek bir idrak vahîdine ircâ edecek olursak Müslüman mezarlığının misilsiz şahsiyet ve hususiyetine ulaşmış oluruz…”
Bu konuda Yrd. Doç. Tr. Ö. İskender TULUK’un bir derginin “Şehirlerin Dili” konulu özel sayısında yazdığı “Osmanlı Kent Kimliğinin Mistik Öğeleri: Dini Yapılar ve Mezarlıklar” isimli makalesiyle, Halil İbrahim Düzenli ile birlikte editörlüğünü yaptıkları “Trabzon Mimarlık Tarihi Yazıları” kitabında yayınlanacak olan “İmaret-i Hatuniye’den Atapark’a: Trabzon’da Kamusal Alan Dönüşümüne Erken Bir Tanıklık” isimli makaleleri ilk ciddi, bilimsel ve orijinal makaleler olup, Trabzon’un kültür ve mimarî tarihine önemli tanıklıklarda bulunmaktadır.
Olayı Mimarlık tarihi açısından yorumlayan Tuluk, yerinde bir tesbitle “Kaba olarak 19. yüzyılın sonunda Tanzimatla birlikte başlayan, yaşanan toplumsal dinamikler aracılığıyla sürekli artan bir ivmeyle özellikle 20. yüzyılın ortalarında hız kazanan kent mekanlarının dönüşümü, kimi zaman kentin gelişimine hizmet eden bir açılım olmuş, kimi zaman da –bugünden bakıldığında- geri dönüşü olmayan, telafisi imkansız kültürel tahribatlara yol açmıştır…” diyor ve araştırmasının“Külliye ve çevresindeki hazirenin ‘Atapark’a dönüşüm sürecinin, dönemin muhtemel dinamikleri ışığı altında” yapıldığını vurguluyor.
Tuluk’u okumaya devam ediyoruz: “İmaret Mezarlığı, bugün ayakta kalmayı başarabilmiş Gülbahar Hatun Camii ile türbesinin dışında medrese, imaret, mektep, dar’ül kura ve türbelerden oluşan Trabzon’un en önemli külliyesiydi. Kadri Paşa Türbesi 1937’den önce, Hatuniye Medresesi 1937’de, Yusuf ve Asım Paşalara ait türbe 1937’den sonra, imaret 1939’da, mektep ise 1994’de yıktırılmış, bu yapılarla birlikte külliyenin önemli parçasını oluşturan İmaret Mezarlığı da 1937’den sonra, diğer yıktırılan yapıların boşalttığı alanla birlikte Atapark’a dönüştürülmüştür.”
Üstadın deyimiyle “Müslüman mezarlığının misilsiz şahsiyet ve hususiyeti” insanı ‘tefekkür’e, varlığın idrakine davet ediyor. Tarihî mezarlıklar bu halin zirve noktası.. Belki de insanı dünya ‘ötesi’ tefekkürden koparmak için, insana öteyi ‘hatırlatan’ mezarlıklara karşı böylesine bir ‘jenocide’ uygulanıyor.
1930’larda taammüden-tasarlanarak, bilinçli yapılan tahribat, etkilerini gösteriyor, istenilen sonucu veriyor ve imaret külliyesi sonraki nesillerin hafızalarından siliniyor. Daha sonraki yıllarda ise bu “hafıza iptali”ne bilinçsiz bir şekilde devam ediliyor. Bugüne gelince… Nelerin yaşandığı, kimlerin yetiştirildiği, kimlerin yattığının düşünülmediği İmaret külliyesinin bulunduğu yer, alelade-sıradan bir park imajıyla sunuluyor. Maalesef hiçbir şehir yöneticisinde şehir-mezarlık ilişkisine dair herhangi bir tarih bilinci ve kültür birikimi olduğunu söylemek çok zor. Bu konuda halkın “talep edebileceği” bir mezarlık kültür ve tezyini de ne yazık ki sunulmuyor. Müslüman mezarlıklarıyla Hristiyan mezarlıkları neredeyse ayırt edilemiyor. İslâmi şehir ruhuyla asla irtibat ve işareti olmayan mermer blokların ürkütücülüğü veren mezarlıklar… Herhalde ilk ıslah edilmesi gereken şehir alanlarının başında mezarlıklar geliyor.
İmaret Mezarlığı’nın Atapark’a dönüştürülmesi hikâyesina devam ediyor ve aynı makaleden okuyoruz:
“Cemal Rıza Çınar, Halk Gazetesi’nde Atapark’a isminin verilmesine ilişkin yazısında şu ilginç bilgileri vermektedir: “(Atatürk) Son ziyaretlerinin ilk sabahında Hükümeti ve Partiyi ziyarete gelirlerken yanında bulunan Üçüncü Genel Müfettiş Tahsin Uzer’e dönerek İmaret Mezarlığı’nı göstermişler ve ‘Tahsin, bu memleketin en güzel yerinde bu manzara nedir?’ demişlerdir. Bunun üzerine; Belediye’nin altı yıl önce almış olduğu ancak bir türlü uygulamaya koyamadığı, mezarlığın taşınarak buranın park olarak düzenlenmesi çalışmalarına hız verildi. Atatürk’ün bu işaretini önemli bir buyruk olarak değerlendiren Tahsin Uzer konu ile bizzat ilgilenmiş, hatta düzenleme çalışmalarını yerinde idare etmek üzere park içinde çadır kurdurmuştu…”
“… İmaret Mazarlığı’nın parka dönüştürülme düşüncesi ilk kez 1931 yılında dile getirilmiş, ancak 1937’de Atatürk’ün ‘buyruğu’ ile hayata geçirilmiştir. Çalışmalara aynı yıl Gülbahar Hatun Camii’nin önündeki medrese binasının yıkımı ile başlan”ılmıştır.
Dönemin Trabzon’da yayınlanan “Yeniyol” Gazetesi bu yıkımla ilgili şunları yazmaktadır:
“..Dün ruhlara kasvet veren bu karmakarışık otlu, dikenli saha, daha şimdiden güzel bir şekil aldı. Yarın, şüphesiz etrafa sağlık, ruhlara ferahlık saçan güzel ve çok güzel bir park olacak…. Eski İmaret mezarlığı gelip geçen dirilere kasvet veriyordu… Sayın Tahsin Uzer’in Paris’te ameliyat oldukları hastaneden gönül bağladığı İmaret mezarlıklarının temizlenme işi, Şarbayın geceli gündüzlü çalışma ve çalıştırmalariyle bugünkü şekli aldı….”
İmaret Mezarlığının kaldırılıp, henüz “Atapark” ismi verilmeden önce basında bazen “İnönü Parkı” bazen de “İmaret Parkı” şeklinde 1938 yılı Trabzon basınında şu şekilde yer alıyordu:
“İmaret parkında faaliyet devam etmektedir. Belediyemizin geceli gündüzlü çalışmalarile eski medrese enkazı çok çetin bir ameliye neticesinde tamamen yıkılmış, enkaz molozlarının nakli işi henüz bitmemiş… Sayın Tahsin Uzer’in Paris’te tedavi edildiği hastaneden adım adım takip ettikleri İmaret mezarlığı-İmaret Parkı işi, Değerli Belediye Reisimiz Doktor Cemal Turfan’ın geceli gündüzlü devam eden mesaisi neticesi olarak bugünkü şeklini almıştır. ”
Atapark isminin verilmesi:
“..Cumhuriyetin 15. yıldönümü kutlama etkinlikleri nedeniyle düzenlemesi yapılmakta olan parka gelen Vali Refik Koraltan ile parti yöneticileri arasında geçin bir döyalog ‘Atapark’ isminin ortaya çıkmasını sağlamıştır…. Veli ‘Bu yeni park nedir?’ diye sormuş ve ‘Eski İmaret Mezarlığı’ cevabını almış, bunun üzerine, ‘Pekiyi, bunun adını Yenipark mı koydular’ diye sorunca, ‘Hayır, adı olmayınca halk nasıl tarif etsin, Yenipark diye anıp gediyoruz’ cevabını almışt. Birkaç gün sonra Vali Refik Koraltan Parti’de; ‘Halk hatipleri kürsülerinden bir tane de Atapark’a koysunlar’ diyerek Yenipark olarak bilinen parkın adını Atapark olarak belirlemişti.”
Sonra, dönemin Trabzon Valisi Refik Koraltan, Üçüncü Genel Müfettiş Tahsin Uzer’e gönderdiği telgrafla parkın tamamlandığını ve isminin “Atapark” olarak belirlendiğini bildirir.
İmaret-i Hatuniye Külliyesi’ni oluşturan medrese, imaret, çeşitli türbeler, Trabzon’un eşrafına ait mezarlarla ortadan kaldırılması gerçek bir “Urbicide: şehir soykırımı”dır. Çünkü şehrin tarihe uzanan ruhunu kalıba döken mezarlıklar yok ediliyor.
Konu ile ilgili yazılarımızın amacı; olayı tarih-şehir ve medeniyet bağlamında ele almaktır. Teknik veya şehir mimarisi yönünden bir analiz değildir. Bu husus, ilgililerin-uzmanların işidir. Söylediklerimizin bu kayıtla değerlendirilmesi gerekiyor. Ö. İskender Tuluk’un sözkonusu iki makalesi konu ile ilgilenenlerin, hatta Trabzon’a dair sorumlulukları olduğunu düşünenlerin, Trabzon’un arka plânına ilişkin mutlaka okumaları, hazmetmeleri gereken makaleler niteliğindedir diye düşünüyorum.
Konu irdelendiğinde, ‘İmaret mezarlığı katliamı’yla ilgili çok ilginç bilgilere de rastlanıyor. Bu konuda (sözkonusu makalelerin dipnotlarında özet olarak) Eski Trabzon Maliyecilerinden olan ve 1942-1960 yıllarında tahsildarlık yapan Arsin’li Temel Çelik hatıralarında şunları söylüyor: “1940’lı yılların bölge valisi sayılan ve Trabzon’a gelen Tahsin Uzer’in Trabzon’daki Osmanlı kitabelerinin yaklaşık bin adedini mermer makinelerinde öğütüp inşaatçılara mozaik olarak satmasının sebebini bilmiyorum ama…..”
İlgili makalenin bir dipnotunda Prof. Semavi Eyice’nin bir tesbiti yer alıyor: Çok ‘ileri fikirli’ olduklarını ispatlamak isteyen idare amirlerinin bir çeşit ‘inkılapçı’ görünmek istekleri, en başta, ‘gerilik sembolü olan’ servilerin kesilmesi, kavuklu, çeşitli serpuşlu mezartaşlarının kıldırılarak yok edilmeleri ile açığa vurulabileceği sanılıyordu. Bunun sonunda yalnız İstanbul’da değil Türkiye’nin başlıca şehir ve hatta kasabalarında mezarlıkv e hazireler inanılmaz bir hınç ve gayretle yok edildi…”
Aman Allah’ım ! Tarihe karşı bu ne hınçtır? Bu ne emsalsiz bir katliamdır?
Hey Trabzon !
Hakikaten sen sadece “kendine bırakılamayacak kadar” önemli, görkemli, istilâcıları bile kendine çekici bir kimliğe sahipsin ! Bunu ‘ötekiler’ görüyor da, bir de ‘berikiler’ görebilse !
Haftaya, İmaret-i Hatuniye’nin ‘yıkım’cısı Genel Müfettiş Tahsin Uzer’e Söylemezoğlu Galip Kemalî’nin mektubu ve Tahsin Uzer’in cevabını ibret ve dehşetle okuyacağız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder