22 Haziran 2009 Pazartesi

"DEVLET KAPUSU"NUN BÜROKRATLARI NİÇİN BELEDİYE BAŞKANI OLMAMALI ? -İronik gerçekler-

Yahya DÜZENLİ, 17 Aralık 2008

Bugünlerde birdenbire “şehirlerine sevdalanan”, uyanıkken bile ‘şehirleri için rüya gören” Devlet Kapusu bürokratlarının ‘Belediye Başkanı’ olabilmek için nasıl ‘hummalı’ bir yarış içine girdiklerini görünce, insanın “şehirlerine sevdalı nice mecnunlar varmış da biz görememişiz! Veyl bize! ” diyesi geliyor. Öyle bir Mecnun ki; Leylâ’sı uğrunda her türlü ‘vaveylâ”yı koparacak cinsten… Bu devlet bürokratları niçin “devletlû” iken şehirlerine sevdalarını unuturlar da seçim zamanları yaklaştığında sevdaları depreşir, bilinmez bir muammadır. Hepsi birer şehir Ferhad’ına döner. Kulislerde, lobilerde, özel ofislerde kimi Şirin’i kimi Leyla’yı arar. Ama ne talih ki, Şirin’le Leylâ’ya ancak bir kisi ulaşabilir. Geride kalanlar mı? Onları sorarsanız, hepsi derbeder Ferhat’lar ve Mecnun’lar olarak bir sonraki “taaşşuk dolu vuslat” için devlet-i muazzamadaki âli makamlarına (aslında ek göstergeleri) geri dönerler.

İtiyâd (alışkanlık) böyle olduğu için “cünûn” hali galip geldiğinden, bu ‘devlet kapusu bürokratları’nın bir de ‘Umur-u Belediyye’de (belediye işlerinde) iştigal etmeleri ‘mahzurlu:sakıncalı’ olur diye düşündüğümden Belediye Başkanı olmalarından şehir kâr etmez, şehir halkı da pek istifade edemez derim.

Hayatı “bâb-ı devlet:devlet kapısı”nda geçenler niçin Belediye Başkanı olmamalı dersiniz? Çünkü bu “devlet kapusu” nun “devletlû”larının asla şehri taşıma tasası yoktur. Tek tasaları kendilerini “şehre taşıttırmak”tır! Daha adayken (hatta aday adayı iken) beliren “şizo-megalo” söylemleri bunun göstergesi: “Şehrimize hizmet için varız!”, “şehir bizimle değişecek!”, “…değişim, … dönüşüm bizimle !” Benzerlerine önümüzdeki günlerde mebzul (bol) miktarda rastlayabilirsiniz.

Onlar yâni “Devlet-i muazzama”mızın bürokratları yarışadursun ve de partilerince ‘nasbedilme’ kuyruğunda yoruladursunlar, biz niçin “devlet bürokratlarının belediye başkanı seçilmemeleri”ne ilişkin bazı gerçekleri ironiyle karışık olarak başlıklar halinde sıralamaya çalışalım.

Bakmayın onların bugünlerdeki “kişilik gösterileri”ne ! Devlete “kapıkulu” olmak uğruna, devlette “üst düzey”e çıkabilmek aşkına keşfetmedikleri numara, atmadıkları perende (takla), göstermedikleri aerobik hareket, çizmedikleri koreografik desen, bulamadıkları yöntem yoktur. Bu konuda oldukça mâhirdirler. Yâni cemaziyelevvel’leri ‘omurgasızlıklarıyla’ müsecceldir!

Mefruz (farzedilen) bir tip üzerinde örnekleme yapalım isterseniz.

“Devlet Kapusu’nun bürokratları”nın hele de “memurin-i âli: üst bürokratlar”nin niçin Belediye Başkanı olmaması gerektiğine kesitler halinde temas edelim:

Çünkü onlar;
· “Kentleri”ne değil “kendileri”ne düşkündürler. Yâni narsisyen kişiliklerinin her an kabarma ihtimali, tehlikesi, riski vardır.
Çünkü onlar;
· Nietzche’nin deyimiyle “çaldığı dişlerle ısıran hain bir yaratık” olan devleti bütün kasvetiyle şehre taşırlar ! Gene Nietzche’nin deyimiyle “soğukkanlı canavarların en soğukkanlısı” olan devlet, “Kılı kıpırdamadan yalan söyler ve ağzından düşürmediği yalan da şudur: Ben devletim, halkın kendisiyim.” Korkarız ki bu anlayış şehre taşınır ve bütün bir şehir ve şehir halkı “forsa” hayatı yaşar !
Çünkü onlar;
· Bir ömür “hizmet” ettikleri, daha doğrusu kendilerine hizmet ettirdikleri devletin (Bismark’ın deyimiyle) “midesi dışında bütün organlarının çürümüş olduğu”nu bir türlü görmek istemediklerinden kendileri de bu organlar arasında yaşarlar ve kokuya alışırlar. Ola ki seçilirlerse bu kokuyu şehre sirayet ettirirler !
Çünkü onların;
· İhtirasları, politik şehvetleri “geçici” değil “daimi”dir. Belediye Başkanlığı ‘geçilmesi gereken’ bir duraktır. Talip olduklarıyla tatmin olmayacakları kesindir. Çünkü bunların ekseriyetinde ‘kifayetsiz muhteris’likten bir parça DNA bulunur. Belediye Başkanlığı bürokratik görevlerinin devamı, sonrasında parlamento hesapları ise ‘daha da devamı’dır. Hatta bu ‘imtiyaz’ ‘yaptığı hizmetler’in karşılığı doğal hakkıdır…
Çünkü onlar;
· Devlette “müfettiş” iseler şehir halkını ‘potansiyel suçlu’, doktor iseler ‘potansiyel hasta’, teknokrat iseler ‘potansiyel makine’, akademisyen iseler potansiyel ‘öğrenci, muallim iseler ‘eğitilmesi gereken potansiyel cahil’, vs. vs. görürler. Çünkü şuuraltları ‘meslek hastalıkları’ ile malûldür.
Çünkü onlar;
· Devlette kapıkulu iken “masalarına” sıradan insanları yanaştırmazlar ! Es kaza seçilirlerse Belediyedeki ‘makamları’na yanaşmanız hele hiç mümkün değildir ! Tesadüfen veya fark edilmeden yanaşsanız bile ‘esas duruş’unuzu bozmamanız gerekir!
Çünkü onlar;
· Önünden makamları ve özlüklerinden ek göstergeleri alındığında ortada ‘varlıkları’ kalmayanlardır !
Çünkü onlar;
· Halkla asla bütünleşemezler! (Ne demekse bütünleşme!) Çünkü asla uyum sağlayamayacak“doku uyuşmazlıkları” vardır ! Onun için de halkla kucaklaşamazlar. Halkla kucaklaşırken görürseniz bu bir “refleks yanılması”ndan ibaret, halka tebessüm ederken görürseniz de bu bir “kas gevşemesi”nden ibarettir ! Yâni asla şehir halkıyla sıcak bir temas kuramazlar, halk (moda deyimle) elektrik verse de onlar asla alamazlar ! Çünkü “devlet”in geçirgen olmayan “çelik kas”ları onların genlerinin iskeletini oluşturur.
Çünkü onlar;
· Şehirliyi sadece makam araçlarının “arka koltuk siyah cam arkası”ndan seyretmeyi severler.
Çünkü onlar;
· “Devlete yaptıkları hizmet”i anlata anlata bitiremezler ! “Biz devlette iken” diye ‘yemen hatıraları’ cinsinden ‘yaşlanmış-paslanmış’ devlette yaptıklarını/yapmadıklarını şehirde ‘denemeye’ çalışırlar. Devlette “ne yapmışlarsa!” şehirde de onları yapmayı “denerler” ve şehri deneme tahtası, şehir halkını da ‘denek’ görürler.
Çünkü onların;
· Devlet hantallıklarından edindikleri tecrübelerini şehre proje adına ‘silüet bozan’ uygulamalara dönüştürme tehlikeleri ve riskleri vardır.
Çünkü onlar;
· Kendileri devlet-i muazzamada iken o kutsal “sayın bakanım” cümlesini sadist bir zevkle telaffuz etmeye müptelâ olduklarından, belediye başkanı seçilirlerse bütün bir şehir halkını da “sayın başkanım”a mahkûm ettirmekten sado-narsist bir zevk duyacaklardır.

Bu kadarla yetinelim…

Geriye ne kaldı? Bilmiyorum. Bildiğim o ki; yukarıdaki tesbitler “pratik gözlem”lerin bir kısmının ifade edilebilir halidir. Klasik cümle ile “hiçbir gerçek kişi, kurum ve şehirle ilgisi yoktur!” Ancak bütün bu tesbitler “bir şehre seçilecek şehreminî’nin ne olmaması gerektiği”nin tasviri”ni de içinde taşır.

Yazımızı konu ile alâkasız, “hiçbir gerçek kişi, kurum, şehir ve halkı işaret etmeyen”, hedef almayan, hicvetmeyen ‘mefruz:farzedilen’ bir fıkra ile sonlandıralım.

“Devlete ait bir hayvanat bahçesinden biri emekli, diğerleri izinli olarak ayrılan aslan, kurt ve eşek arkadaş olup yaylaya çıkmaya karar verirler. Yola düşerler.. Epey giderler. Yolda acıkırlar. Yakında bir şehir görürler. Aslan ve Kurt eşeğe “Şehir halkı bizden korkar. Sana aşinadırlar. Şu şehre git de bize yiyecek temin et, biz seni bekleyelim, !” der. Eşek “tamam” der, şehre gider. Ancak bir türlü geri gelmez. Birkaç gün beklerler, bakarlar ki olacak gibi değil. Aslan kurtla birlikte yola devam eder, yaylaya varırlar. Aradan beş yıl geçer. Eşek birden yaylada görünür. Aslan eşeğe sorar: “Biz seni yiyecek almak için şehre gönderdik, bu kadar zamandır neredeydin?” Eşeğin cevabı ise oldukça ilginçtir: “Ben sizden ayrılıp şehre girdim. Baktım ki şehir halkı meydanda toplanmışlar. Ortada yüksekçe bir yerdeki kürsüye bazıları çıkıp bir şeyler konuşuyor, bağırıyor, şehirlerini ne çok sevdiklerini, en iyi hizmeti kendilerinin yapacağını anlatıyorlar. Meğer şehre ‘belediye başkanı’ seçiyorlarmış. Ben de bir süre onları seyrettim ve kendi kendime dedim ki ‘ben onlardan daha iyi bağırırım! Bir de ben çıkayım şu kürsüye. Kürsüye çıktım öyle bir bağırdım ki, herkes beni alkışlamaya başladı. Ben de ne olduğunu anlayamadan beni ‘belediye başkanı’ seçtiler!’ Bunun üzerine aslan eşeğe: “Yahu bu şehir halkı senin eşek olduğunu anlamadı mı?” deyince Eşek: “Anladılar anladılar ama beş sene sonra anladılar !”

Fıkrayı yorumsuz sunduğumuzu ifade edelim. Anlayanlar anladı ! Çok da abartılı zannedilmesin fıkramız. Şair Eşref demiyormuydu: “Âsiyâb-ı devleti bir har da olsa döndürür!” yâni “devlet değirmenini bir eşek bile olsa çevirir!” Neyzen Tevfik de Eşref’e mânidar biçimde şöyle cevap veriyordu: “Öyle harlar koştular kim âsiyâb-ı devlete. Birbirin çiğnemekten dolab-ı devlet dönmüyor!”

Antik diyaloglardaki gibi bitirelim:

Ey şehir halkı !

Kimi seçmen gerektiğinin, şehri kime emanet edeceğinin, kaderini tayin edecek derecede ‘ehemmiyetli’ olduğunu düşünebiliyor musun? ‘Emanet’in ne olduğunun idrakinde isen şehri beş yıl boyunca kime emanet edeceğini de bilirsin !

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder