22 Haziran 2009 Pazartesi

ŞEHİR, FETİH VE MEDENİYET ÜZERİNE...


Yahya DÜZENLİ, 22 Ekim 2008

Medeniyet şehirlerinin kadîm zamanlardan getirdiği “genetik miras”, onların her zaman diliminde “önemini koruyacak” bir konumda bulunmasını sağlıyor. Hatta buna mecbur ediyor. Ancak bu mecburiyet; genetik mirasının “farkında” olan bir anlayışın harekete geçmesiyle kabildir… Böylece tarihsel soluğunu hissederek kendisini ‘yeniden üretebilecek’ bir idrake kavuşabilir. Kim? Şehir. Kiminle? Bu idrak ve icbarın bilincinde şehirlilerle…

“Genetik miras”a sahip şehirler ‘Fâtih’lerin dikkatini çeken şehirlerdir. Medeniyet iddiası ve tasarımı olan ‘Fâtih”lerin öncelikleri arasındadır bu şehirler.
Kadîm tarihi ve ‘genetik miras’ı olan bir şehrin, şehir tarihlerinde önemli bir “an”a şahitlik ettiğine ve 538 yıl bu “şahit”lik ekseninde yaşadığına vurgu yapmak istiyoruz. Bu şahitliğin başladığı ân: 26 Ekim 1461’dir. (Cumhuriyet kırılmasını dahil etmezsek) 538 yıl ‘kendi hakikati’nin idrakiyle rolünü oynadı. Cumhuriyetle gelen “medeniyet kopuşu” şehrimiz için de önemli bir kopuştur. Çünkü yeni dünya görüşü kendisini “atmak istediği” aidiyet dünyasının gereği olarak şehirden birçok şeyleri “koparacak”, yerine başka şehir unsurlarını-kültür malzemelerini, vs. ikame edecekti.
547 yıl önceye yâni 26 Ekim 1461 tarihine dikkat çekmek istiyoruz. Trabzon’un Osmanlı’ya katılma tarihine... Emperyal bir düzen kurma yâni “devlet-i ebed müddet” iddiasını bünyesine kattığı şehirlerle sürdüren Fatih’in 547 yıl önce Trabzon’u “öncelikli şehir” olarak belirlemesi, bugünden 547 yıl önceye bakan bir göze neleri gösterebilir?
547 yıl önce Trabzon, İmparatorluğun medeniyet iklimini taşıyan/yansıtan ‘sıcak şehir’lerinden birisi kimliğine kavuştu. Böylece kadîm zamanlardan beri her daim “medeniyet şehri” olma realitesinin ‘hakikati’ne kavuştu.
Tarihselci bir bakış açısıyla Trabzon’u 547 yıl öncede yaşanmış, kalmış “tarihsel şehir” veya “olgu” olarak tasavvur eden yani kendini güncelleyemeyen, bugünü yaşayamayan, şehri sadece “tarihsel bir materyal” olarak ele alıp, orada sabitleyen bir “vak’a”nın dışında “Trabzon Tasavvuru”muz var. Bu tasavvur, medeniyet tasavvurumuzun şehrimize aksetmesi, yansıması, şehrimizde kristalleşmesidir.
Biz; şehre ait medeniyet tasavvurumuzu ne “bugünün hakkını veremediği için tarihe kaçan, şehri oraya hapseden bir tarihselcilik sefaletine, ne de tarihî köklerinden koparan, onları yok sayarak sun’i-yapay bir “saksı şehri” haline getiren modernist yanılgıyla sınırlandırıyoruz.
Tam aksine; modern zamanların “şehir illüzyonları”na kapılmadan, yâni şehri gürültüler, plazalar, ışıklar, mekanik hareketler, metalik ritmler, kaslar ve kastlardan, vs. vs. ibaret görmeyen, hatta tüm bunların şehrin yokoluşunu hızlandırdığını düşünen bir “şehir anlayışı”na sahibiz.
Ahmet Davutoğlu “Fetih ve Medeniyet” bağlamında şehirlerin rolüne dikkat çekerken şunları söylüyor:
“Medeniyet tarihinde şehirlerin oynadıkları rol açısından beş farklı şehir prototipinden bahsetmek mümkündür:
1. Medeniyete öncü/kurucu şehirler
2. Medeniyet tarafından kurulan şehirler
3. Medeniyetlerin oluşumu ile aktarılan/taşınan şehirler
4. Medeniyet ile birlikte tasfiye edilen şehirler
5. Medeniyet tasfiyesi sonrası kurulan şehirler.”
Davutoğlu, şehir tasniflerinin ilk ikisine değinirken de şunları söylüyor:
“Birincisi, bir medeniyet teşekkül etmeden, o medeniyete öncülük etmiş ve o medeniyetin akışını belirlemiş şehirlerdir… Bu tür şehir tipine verilebilecek bir örnek olan Roma, bir şehir olarak ortaya çıktığında, ileride bir Roma medeniyetinin ya da Roma’nın o büyük düzeninin ortaya çıkacağına dair herhangi bir işaret mevcut değildi; ama Roma vardı.
Medeniyete öncülük eden bir diğer şehir Medine’dir. Hicret etmek zorunda kalan bir peygamberi misafir eden o küçük şehrin, bir müddet sonra tarihin bütün akışını değiştirecek ve bütün kadîm medeniyetlerle harmanlanacak olan şehir prototipinin kaynağını teşkil edeceği o dönemde düşünülmüş müydü acaba? Medine, medeniyete bir anlamda öncülük etti. Tarihde, bunun çok kısa süreli örneklerini görmek mümkündür…
İkincisi, medeniyet tarafından kurulan ve medeniyet belli bir kemale eriştikten sonra ortaya çıkan şehirlerdir. Bu türün tipik örneği Bağdat’tır. Bağdat kurulduğu zaman İslam medeniyeti teşekkül devrini tamamlamamıştı. Başka bir deyişle, Bağdat’ı kuran bir “zihin” vardı. Yine Granada, Kurtuba gibi İspanya’daki şehirler bir zihniyet oluştuktan sonra ortaya çıkmışlardır…”
Uzatmayalım.. Bu temel kategoriler içerisinde Trabzon’a baktığımızda; tarihsel arka planında her ne kadar birinci kategoriden izler taşısa da “medeniyet tarafından kurulan şehir” özelliğinin daha bir öne çıktığını görüyoruz. 547 yıl öncesi fethin işaret ettiği/ifade ettiği de budur.
547 yıl önce Fâtih’in Trabzon’a gelirken çektiği meşakketlerden bir cümleyi Cizyedarzâde’den dinleyelim. Dinleyelim ki, “bu şehr için çekilen meşakkat neye işarettir?” onu anlayabilelim:
“Hünkâr Zigana Dağı’nı aşarken o kadar eziyete dûçar oldular ki, çehrelerindeki ter katreleri mübarek burunlarının ucundan ve lihye-i saadetlerinden (beyaz mübarek sakallarından) nisan yağmuru gibi zemine dökülüyordu..”
547 yıl sonra Trabzon için “nisan yağmuru gibi ter dökecek” şehrimizin hakikati ile hemşehr olmuşları görmek istiyoruz.
“Trabzon’un fethi” deyince zihnimize bunlar üşüştü.
Şehir fetihle başlar.. Fetihle devam eder ve fetihle dönüşür…Fetih süreklidir…

Fetih bir açılıştır, zuhurdur yani bir “medeniyet tezahürü”dür…

Sürekli fethedilmeyen şehirler “yorgun” şehirlerdir. Fetihle yorgunluk bir araya gelemez. Fatihlere yorgunluk yaraşmaz. Bu “fetih” kendini ‘kendi kalarak’ yeniden üretmedir. Günümüzün fatihleri: Şehrimizle dertlenen herkes..

Şehirler; medeniyetlerin ruhunu aksettiren rölyeflerdir aynı zamanda. Trabzon; hakikati, ruhu olan bir rölyef şehir (eski deyimle: libas-ı şehir) sıfatıyla “genetik mirası”ndaki stoku bütünüyle henüz ortaya dökmemiştir diye düşünüyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder