22 Haziran 2009 Pazartesi

TRABZON'DA FUTBOL'DAN KİMLİK ÇIKARMAK...


Yahya DÜZENLİ, 25 Haziran 2008

Bazen ay ve güneş tutulmasının dünyanın üzerine bir çarşaf gibi serilip dünyayı esrarengiz bir karanlığa bürümesi gibi, bazı müphem akıllar da öyle “kara delik”lerin içine düşüyor ki, “akıl tutulması” dedikleri bu olsa gerek.. Bu deyim; aklın dumura uğraması, iptal edilmesi anlamında ‘akıldışılığı’ ifade için kullanılır çoğu kez…

Yazımızın başlığına bakıp da “Trabzon’da gene mi kimlik tartışması başladı? ” zannedenler olabilir. Kimlikten bahsedip de kelimenin “çekim alanı”na girmemek mümkün mü? Mümkün değil. Ancak burada sözkonusu edeceğim “kimliğe dair” hususlar, Trabzon’da kaim bir “lokal” etkinliğin yani futbolun bütün bir şehrin “kimliği” olduğunu söyleyen Trabzonspor’un eskittiği bir Başkan’ın o vahim cümlesine göndermelerden ibaret olacaktır.

Yazımıza konu ettiğimiz bu cümle önce akıl şaşırması, sonra da akıl tutulmasını hatırlatacak türden… Her önüne gelenin kimlik tanımları yaptığı, “kimlik” kelimesinin çekiciliğine kendisini kaptırıp, “haz”larını, “tutku”larını, “fantezi”lerini “kimlik” olarak şuurdışına “fırlattığı” bir düşünce ve idrak zemininde, şaşırma ve tutulma da artık sıradan kavramlar haline geldi… Bütün hayatı iki ayak ucu arasında geçmiş bir futbolcu da Trabzon’un kimliğini “kramponlar” arasında görsün… Öyle mi? Hayır !

Niçin? Çünkü, kültürümüzde “galat-ı meşhurun lisan-ı fasihe müreccah olduğu”nu yani “yaygın bir yanlışın düzgün bir doğruya tercih edildiği”ni bilenler, Trabzon’un kimliğini (sekr halinde de olsa) “iki krampon” arasına sıkıştırmanın nasıl bir vehamet olduğunu anlarlar ! Anlaşılıyor ki, futbolu da ağzından futbol düşmeyenlere bırakmamak gerekiyor..

Öyle ya yegâne malzemesi çekiç olanlar, dünyadaki herşeyi çiviye benzetirler. Hayatını meşin topla dikdörtgen kale arasında gidip gelmek ve hesap yapmakla geçirenler için bırakınız bir şehrin, bir ülkenin hatta dünyanın kimliği bile “futbol”dur.

Sözün burasında önce bir hikâye anlatalım, sonra Trabzon gibi bir medeniyet şehrinde “kimlik”ten bahsetmenin nerelere düştüğüne, bahsettiğimiz örneği vererek işaret edelim…

Akıl hastanesinde delileri bir araya toplamışlar. Tedavi olup olmadıklarını, iyileşip iyileşmediklerini test etmek için başhekim bir soru sorar:
-Gemi kalkarken, kıyıdakilere gemiden birisi mendil sallıyor. Bu size neyi hatırlatır?
Her deli ayrı ayrı cevap verir. Yalnız içlerinden bir deli:
-Gayet mükemmel bir köşkteyim. Uşaklar, mükellef bir sofra ve güzel bir kızla baş başa yemek yiyorum.
İkaz etmişler deliyi:
-Dikkat et, gemi kalkarken mendil sallıyor birisi..
Deliden bekledikleri cevap: ayrılık, hasret, kavuşma..
Ama deli ısrar eder:
“-Siz ne sallarsanız sallayın, ben bunu hayal ederim.”

Siz medeniyet şehri Trabzon’da “ne sallarsanız sallayın” zihni ve hayali hemen şuuraltındaki ‘meşin top’a gidenlerin skandal çapındaki “kimlik” beyanları bir yana, onları topluma mesaj versinler diye ortaya çıkaranlara ne demeli peki?

Trabzonspor’un eski başkanlarından birisi (Özkan Sümer)’nin sözkonusu ettiğimiz öyle bir cümlesi var ki, şairin; aklın bu sözün söylendiği yerden anında kaçması ya da patlamasını ihtar eden, “fabrikam mühendisin kaçtı ya dur ya patla!” dediği türden.

Ankara’da 2008 Şubat ayında yapılan Trabzon etkinliklerinde konuşan bu zât “futbolun Tabzon’un kimliği olduğu”nu söyler ve ne dinleyicilerden, ne de daha sonra bu sözlerini biryerlerde okuyanlardan herhangi bir tepki almaz. Aksine belki de bu sözleri söylerken alkış almıştır. Sözleri daha sonra tekrarlanıp aktarılırken de “takdir” görmüş, hatta belki de bu sözü, “atasözlerimiz” arasına girmiştir bile.

Burada niyetimiz kimlik tanımlamalarına ve çözümlemelerine girmek değildir. Sadece kimliğin futbola indirgenip, futbolla özdeşleştirilerek nasıl “yok edildiği”ne, kimliksizleştirildiğine işaret etmektir muradımız.

Konumuzla doğrudan ilgili, Üstad Necip Fazıl’ın futbolun tanımını yaptığı şu cümleleri, futbolla kimlik arasındaki ilişkiye de ışık tutuyor: “Kalıpla ruh arasındaki ince muvazene muhafaza edildikçe spor, bir top kovalamak hareketinden en ulvi bir heyecana kadar yükselebilir. Yoksa sporun götürülebileceği son gayeyi temsil eden tipler, bana göre kafaları çelik çekiçlerle kırılamayacak kadar sert bir çimento hamuruyla donmuş, cansız ve katı maddelerdir.”

Futbolu Trabzon’un kimliği gören ‘kafa’ Üstad’ın paragrafındaki ikinci cümlenin muhatabı olmasın?

Kimlik bir anlamıyla “kimsin?” sorusuna muhatap olan insanın veya topluluğun kendisini diğer insan veya topluluklara nisbetle tanımlaması, konumlandırması veya “kendini idrak edişinin, kavrayışının ifadesi” olduğuna göre, bu tanımdan yola çıkarak; futbolu Trabzon’un kimliği görmek bir illüzyonun değilse, bir halisünasyon’un ifadesi olsa gerek.

Son zamanlarda bu tip halisünasyonlara Trabzon’da ve Trabzon dışındaki Trabzon mahfillerinde çok rastlar olduk.

Bir taraftan kadîm medeniyetlere plato olmuş, insan-tarih-kültür harmanı Trabzon’dan bahsederken diğer taraftan bütün bu kimliğinin “yeşil çim”de ifadesini bulduğunu söyleyenler oldukça Trabzon muhteşem tezatları (!) yaşayacaktır..

Kimliksizleştirme denilen vakıa işte budur. Herhangi bir otobüs durağında bekleyen, dünyaları, gidecekleri yön ve inecekleri durak farklı otobüs yolcularının “otobüs hareket halinde iken” oluşturdukları “birliktelik” eğer size kimlik gibi geliyorsa halimize yazık!

Bir kez daha hatırlamamız gerekiyor herhalde: “Trabzon sadece Trabzon’lulara bırakılamayacak kadar önemli bir şehirdir!”

Trabzon’da görmezden gelinemeyecek, kendisiyle sınırlı bir “gerçeklik” olan futbolu bütün bir Trabzon’un kimliğiyle örtüştürenlere Napolyon’un bir akıl hastahânesini ziyâreti esnâsında, kendisini tanımayan bir akıl hastasına “Ben İmparator Napolyon’um” demesi üzerine, hastanın verdiği şu cevapta olduğu gibi: “Bende de böyle başlamıştı” diyaloğunu hatırlatmaktan başta yapacak pek bir şey yok galiba.

Oysa ki; Trabzon’un kimliğini her an özümsenmesi gereken canlı ve yaşayan bir beste görerek, herkesin önünde akort edilmiş enstrumanlarıyla bekleyeceği bir senfoniye eşlik etmek olmalı değil mi sorumluluk taşıyanların yapması gereken?

Kuyruğu etrafında dönen kedinin döndükçe yol aldığını zannetmesi gibi, Trabzon’dan ne kadar çok bahsederse o kadar birikim sağladığını ve “tahkim” ettiğini sananlara seslenerek bitirelim:

Akortsuz sesler toplamını beste zannedenler ve zorla icraya çalışanlar Trabzon’un yabancılarıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder