22 Haziran 2009 Pazartesi

TRABZON'DAN NİÇİN "TAKIM ÇANTASI"NDAN İBARET İŞADAMLARI ÇIKAR ? -ironi ile karışık gerçekler...-

Yahya DÜZENLİ, Kasım 2008

“Şehrine dönmeyenler,
şehrini içine sindiremeyenlerdir.”

İlginçtir… Trabzon Trabzon olalı gördüğü en büyük zulümleri ona lâyık görenlerin başında, onun hasımları değil de, onun içerden yetiştirdikleri yâni “hısım”larıdır. Bu “yetiştirilen” ve “yetişen”lerin ‘yetişme’ kalite ve seviyeleri bir tarafa, bunların ilk yaptığı şey: Akıl bâliğ olur olmaz yâni rüşde erer ermez hemen ‘takım çantasını, keser, testere, metre’yi alıp “şehir dışına” çıkmak ve uzun süre “şehrine” dönmemektir. Yâni “gurbet”e çıkmaktır. Bunlar, gurbette “garip”lik halinden çok “tekebbür” halini bilinçaltında besler, büyütürler.. Sonra kimisi “bedeniyle” Trabzon’a döner ama ruhu gurbette kalmıştır. Ruhu asla Trabzon’a dönmez. Oralarda edindiği ‘mekanik alışkanlıklar’la önce ‘kalfa’ sonra “işadamı” olmuşlardır.

Bu işadamlarının kimisi ise Trabzon’a dönmez. Kimileri büyük metropollerde cesametleşirler, cengaverleşirler. Bunların çoğu hecesi bile derin dertlerin ifadesi olan “Of”tan çıkmışlardır ama bir türlü Of’a (daha geniş olarak Trabzon’a) dönmezler, dönemezler.

Onlar için Of veya Trabzon; sadece “dünyaya geldikleri mekânın adı”dır. Bu adın ötesinde gerçek bir anlamı yoktur. Oysa ki; doğdukları coğrafyanın, orada konuştukları dilin etkileri fizyonomilerine, kimyalarına karışmış ve dışa vurmuş olmasına ve halâ da dilleri oranın etkisinden kurtulamasa da onlar “geldikleri” değil “gittikleri” yerdedirler artık.

İşadamıdırlar dedik ya… Yâni “cetvel, pergel, gönye”den ibaret takım çantaları vardır. Dünyaya da bu takım çantalarından bakarlar. Dünyayı, eşyayı, olayları kıvrımlarıyla değil, dörtköşe olarak görürler.

Hiçbirisi doğdukları, oldukları, belki de ölecekleri şehre yâni Trabzon’a ilişkin tarih-kültür-sanat adına bir sorumlulukları olduğunu düşünmezler. Atlantiğin ötesindeki Tarihçi H. Lowry’nin, İngiliz A. Bryer’in, ABD’li antropolog M. Meeker’in, Norveç’li B. Brendemoen’in, Alman F. Fallmerayer’in, T. Deyrolle’in, C. Texier’in, R. Clavio’nun, M. Bijikyan’ın, hatta daha da geriye giderek antik dönemden Ksenephon’un, Strabon’un, Arrianus’un Trabzon’a ödemeleri gereken “borçları” vardır ve bu borçlarını bugün bile “geçer akçe” olarak kullandığımız “eserleriyle” bize ödemeye devam ederler de, bu “yer”inden kopmuş “işadamlarımız” şehirlerine borçlarının olduğunu düşünmezler, düşünemezler. Düşünebilmeleri için kendilerine birtakım “temel soru”lar sormaları gerektiğinin farkında değillerdir.

Bu işadamları için “Şehir Tarihi”, “Şehir kültürü”, “Şehir sanatı” “para etmeyen, para getirmeyen” –değersiz- akçesiz alanlardır. Bunların “şantiyesi” kurulamaz. Şantiyesi kurulamayınca da “rantiyesi” olamaz.

“Açık konuşsana?” diyor bir ses.

Ne demek istiyoruz böyle garip, şifreli cümlelerle?

Trabzon’lu olmayı sadece Trabzon’da doğmaktan, arada bir tonu yüksek kahkahalar atmaktan ve “Trabzonspor”dan ibaret ve “Trabzonspor”lu olmak zanneden işadamlarından bahsediyoruz.

Bunların Trabzon’a tarih, kültür, sanat adına hiçbirşey yapmadıklarından, hiçbir katkılarının olmadığına vurgu yapıyoruz.

Bir şey yapabilmek için “bir şeylerden anlamak” veya “birşeyleri görmek, hissetmek” gerekiyor.

Bu işadamlarının bazısı; “ayıp olmasın” babından doğdukları ilçeye “usulen” bir ‘okul” veya “park”lar, benzeri mekânlar yaptırırlar. Ancak o da bir şartla: İsimlerinin yaptırdıkları mekâna verilmesi şartıyla… Kimisi (çaktırmadan) güya mütevazi davranarak dedesinin veya babasının isminin verilmesi şartıyla yaptırır o okul veya benzeri mekanları… Böylece de doğdukları toprakları “ihya etmiş” olurlar (!)

Ama bu işadamlarında asla oluşmayan, oluşamayacak, gelişmeyen, gelişemeyecek bir şey vardır ki o da; doğdukları şehre olan aidiyet duyguları, yani mensubiyetleri… Çünkü “mensup olan mes’uldür!” Bunlarda böyle bir mensubiyet yok ki şehirlerine yönelik yerine getirilmesi gereken mes’uliyet olsun.

Bunların bazıları, (ileride ticarî getirisi olur düşüncesiyle) doğdukları şehrin takımına bağışta bulunurlar, futbolcu transfer ederler, yerel basına Trabzon’la ilgili ‘vay bee!’ dedirtecek beyanlarda bulunurlar, ancak bir türlü şehirlerinin ruhunu ne kendileri özümserler, ne de bulundukları metropollere transfer edebilirler.

Çünkü böyle bir dertleri, endişeleri, mes’uliyetleri, idrakleri yoktur !

Çağdaş bir “halk kahramanı” gibi “namlarının yayılması”ndan da narsist bir haz duyarlar !

Trabzon ilginç bir kenttir…

“Ebatı dörtköşe” insanlar imal ve ihraç etmekte mâhir ve mâmur bir kent. Yâni kıvrımları olmayan, rafine dertleri ve ince zevkleri olmayan insanlar üretmekte giderek ‘uzman’laşıyor.

“İnşaat kalıpçısı” yetiştirmekte mâhir ancak “niçin inşaat kalıpçısı yetiştirmemek zorunda olduğu”nu düşünemeyecek, bilemeyecek kadar da “bîidrak!” Veyahut da kafası “inşaat kalıpçısının formatıyla aynîleşmiş” bir idrak (!)

İnsan 17. yy.’da Trabzon’u gezen, köylülerini bile “maarif ehli” olarak niteleyen Evliyâ Çelebi’yi okudukça ve bugünü gördükçe “Allah Allah ! Ya Evliya Çelebi başka galaksideki bir Trabzon’u anlatıyor, ya da bugün Trabzon diye isimlendirilen şehir bu şehir değil!” diye hayret ediyor.

Aslında bir kentin “meslekler tarihi” veya “meslekî uzmanlıkları” o şehrin “idrak” ve “düşünce”sine ayna tutar. Hangi mesleklerde “hünerli” oldukları, aynı zamanda hangi alanlarda “mâhir olmadıkları”nı da ortaya koyar. Kesilip biçilebilen, ölçülüp sayılabilen mesleklerin Trabzon’da epey zirve yapması, şiir, edebiyat, tarih, sanat, vs. de tam aksi bir ‘irtifa kaybı’nı da gösteriyor.

Yâni Trabzon’da câri meslekler ve mensupları; onların mes’elelerini ve mes’uliyetlerini açıkça ortaya koyuyor.

İnşaat ustalarıyla mahir bir kent Trabzon. Ancak ‘inşa üstadları’yla hiç de o kadar hünerli bir kent değil. Bir türlü ‘zanaat’kârlıklarını ‘sanatkâr’lığa dönüştüremezler.

Coğrafyasının yalçınlığı, dağlarının ihtişamı, akarsularının taşkınlığı mıdır Trabzon’un böylesine ‘derinliğine’ değil de ‘genişliğine’ büyümesini sağlayan? Bütünüyle olmasa bile coğrafyanın insan üzerindeki etkisini düşündüğümüzde ‘etkisiz’ diyemeyeceğimiz bir sebep.

Bu bağlamda Trabzon’un kültür-şiir-sanat tarihine dikkatlice göz atanlar şu gerçeği fark edeceklerdir: Trabzon’da ekol olmuş “kültür-şiir-sanat” erbabı niçin göremiyoruz? Hafızamızı oldukça zorlayarak isimler hatırlamaya çalışıyoruz ama çok zor… Bu alanlarda “Trabzon ekolü” diyebileceğimiz maalesef bir çığır yok. Olmalı mı? Kadîm bir medeniyet şehri “ekol”, “okul” olabilmeliydi.

Kimbilir bu yazıyı okuyanlar olur mu? Olursa epey ‘taciz’ edileceğimin bilincindeyim. Ancak ben gene de ısrarla şu soruyu soruyorum: Bu toprak sadece “takım çantası”ndan ibaret “kalıpçı” mı yetiştirecek? Üstad Necip Fazıl’ın deyimiyle “tavla zarı ebadında idrakler”e mi sahne olacak?

Veya küstahlığının, müstekbirliğinin, ‘kifayetsiz muhteris’liğinin farkında olmayan “iş”iyle “adam” lığını birbirine yedirememiş işadamları mı üretecek?

Toprakta kusur yok. Aksine toprak son derece münbit!

Yunus ne diyordu. “Toprak insansız neyler?”

Trabzon’da toprak var, insan var, bereket var ancak bunlara ruh verecek bir şey yok: Rafinelik ! İnce ve derin idrak sahipleri !

Bu tip işadamlarına tazimde bulunan “sahne artıkları”na diyeceğimiz bir şey yok ! Bu sahne artıkları onları ‘eğlendirmeye’ devam etsinler !

Gene de Trabzon’lu işadamlarını Trabzon’un tarihine, kültürüne, sanatına “ilgi”ye çağırıyoruz. Sahip çıkmaya değil, “ilgiye”. Çünkü maazallah “sahip çıkma”ya çağrılırlarsa, kültürü, şiiri, sanatı “takım çantası”nın içerisindeki ‘aletler’e indirgeyip onlara ‘fiyat biçmeye’ kalkabilirler !

Onun için işadamlarını bu “iş”lere “sahip”liğe değil “ilgi’ye çağırıyoruz.

“Paralarını konuşturan” değil, “sorumluluklarını kuşanan” işadamlarınadır çağrımız.

“Satınalma gücü”ne değil “idrak etme gücü”ne sahip işadamlarınadır çağrımız.

Yazımı bitirirken çok küçük bir tesbit ve öneri:

Bu işadamlarının sahibi oldukları ‘holding’lerin, ‘co. Ltd.’lerin, GmbH’ların, ‘A.Ş.’lerin Trabzon’la ilgili henüz bir “prestij yayın”ına şahit olamadık !

Yoksa Trabzon bunlarla mı imtihan ediliyor? Dünün “medeniyet şehri” bugünün “den’iyyet şehri”ne mi dönüşüyor?

Meraklıları “medeniyet”le “den’iyet”in kelime anlamlarına lügatlarda bakabilirler.

Trabzon için mütekâmil anlamıyla, Kaygusuz Abdal gibi “ Görürem bir ulu şehr-i muazzam” ne zaman diyeceğiz?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder