22 Haziran 2009 Pazartesi

TRABZON "PAN'IN LABİRENTİ"İNDEN ÇIKABİLECEK Mİ ?


TTSO’nun “koruma ve kollaması”nda
TRABZON “PANIN LABİRENTİ”NDEN ÇIKABİLECEK Mİ ?

Yahya DÜZENLİ, 13 Ağustos 2008

Üstad Necip Fazıl’ın türkçemize kazandırdığı önemli bir deyim var. TTSO’nun “koruma ve kollaması”nda Trabzon’un köylerinde bütün vehamet ve garabetiyle devam eden “10 köy 10 film şenliği” nin şekil ve muhtevasını bu deyim öyle ifade ediyor ki başka bir söze hacet kalmıyor. O deyim, Latince “Felix Culpa”. Türkçesi: Mes’ut suç. Mutlu cinayet. Yâni “dışından mesut gibi görünüp de iç yüzü felaketli işler hakkında kullanılan” bir deyim. TTSO yetkilileri sebep oldukları böyle bir “mesut cinayet”le ne kadar öğünseler azdır.

Felix Culpa: Mutlu Cinayet’in Üstad Necip Fazıl’ın dilinden tanımını biraz kapsamlı yaparak konuya girelim: “Bünyeye uymayan, bünye içinden gelmeyen, ana dayanağını bünyede kurmamış olan her hareket bir (Felix Culpa: Mesut cinayet)dır. Mağrur, fakat hakikatte mahrum (Felix Culpa)larla ezmeye çalıştıkları mahzun, fakat hakikatte her şeye malik şahsiyetimizi müdafa etmek için bu anahtar mefhum en büyük silahlardan biridir.”

“Trabzon böyle zulüm görmedi” başlığıyla yazdığım yazıdan sonra “şenlik”le ilgili haberleri yerel gazetelerde takip ettiğimde hayretim bir kat daha arttı. Çünkü yerel gazeteler etkinliği büyük bir “olay” olarak duyuruyorlar ve Trabzon ve Bayburt’un köylerinde gösterilen İrlanda, Yunanistan, Macaristan, İspanya ve Polonya yapımı filmlerin köylerde coşkuyla karşılandığını yazıyorlar. Bu haberlerin tam bir taşralı yerel gazete abartması olduğunun farkındayız. Filmler gösterime girdiği sırada konuşan TTSO yetkilisinin “Özgürlük Rüzgarı” filminin açık havada gösterildiğine vurgu yaparak “biz de dışarıda ve rüzgarlı bir havada bu filmi gösteriyoruz.” şeklindeki ciddi(!) açıklamasını etkinliğin muhtevasına uygun bir mizahi cümle ve de “kültür ve sanat kaliteleri”ni ele veren bir açıklama olarak alıyoruz.

İşin traji-komik tarafı: Filmlerin gösterildiği köylerde çekilen fotoğrafların gazetelerde yayınlanması. Fotoğraflarda 80’lik ninelerden küçük çocuklara, körpe yavrusunu göğsüne basan annelerden sakallı dedelere kadar birçok köylümüzün bu “garabeti” garip garip seyretmeleri. “Kıyamet alâmetleri” türünden bir seyrediş adeta.

Fazla ayrıntıya girmeden ben, 80’lik Fadime Hala’nın “Pan’ın Laberinti” filmini hangi duygularla seyrettiğini ve ne anladığını merak ediyorum. İspanyol İç Savaşını bir çocuğun gözlerinden anlatan “Pan’ın Labirenti”nde 80’lik Fadime Hala “İspanyol İç Savaşı”nı, Franko’nun Subayını, Direnişçileri, Hayal dünyası kahramanlarını seyrederken dilinden “fesüphanellah!”tan başka bir şey dökülmediğini tahmin ediyorum. Film tam bir labirent ve 80’lik Fadime Hala’yı bu labirent’te filmin sonuna kadar dolaştırmak tam bir “zulûm” ve “işkence”. Diğer filmler üzerinde durmuyorum.

İnsanın aklına, tımarhanenin penceresinden dışarıyı seyreden bir delinin yoldan geçene birisine “biz içeride yüz kişiyiz, siz dışarıdakiler kaç kişisiniz?” diye seslenişi geliyor.

Trabzon’da cumhuriyetten bu yana yerli halka zorla giydirilmek istenen ‘yeni deli gömlekleri’ var. TTSO’nun ‘”koruma ve kollaması”ndaki bu festival bu deli gömleklerinden şimdilik sonuncusu. Son yıllarda Trabzon için öyle şeyler öneriliyor, Trabzon adına ‘eşraf’ ve ‘ayan’ tarafından öyle açıklamalar yapılıyor ki insanın çıldırası geliyor. Meselâ şu anda aklıma gelen: 2008’in ilk aylarında Ankara’da yapılan Trabzon etkinliklerindeki bir panelde Trabzon’lu duayen bir mimarın “Trabzon’un en önemli eksikliklerinden birisinin Opera olduğu”nu ifade etmesi de bu saçmalıklar dizisinin ‘inci’lerindendi.

Yeri gelmişken, cumhuriyetin ilk yıllarında halka “zorla” benimsettirilmek istenen “ilkeler”in köylere kadar nasıl bir uygulama ile yerine getirildiğine ilişkin bir örnek daha verelim. Verelim ki TTSO’nun bu traji-komik “festivali”ni daha iyi anlayalım.

Anlatacağımız olay Trabzon’un Maçka ilçesinin bir köyünde Cumhuriyetin ilk yıllarında yaşanır. Kudret Emiroğlu’nun anlatımıyla “10. Yıl Marşı bütün köylere notalarıyla gönderilerek bütün köylülerce notasıyla söylenmesi istenmiş. Köy öğretmenleri köylüyü bir meydanda toplayacak, keman, piyano, flüt, mandolin yardımıyla ‘Onuncu Yıl Marşı’ notada olduğu gibi köylüye belletilecek. Notadan vazgeçtik, o yıllarda Maçka köylerinde okuma yazma bilenler parmakla gösterilirdi. Köyün ileri gelenleri notaları evirmişler, çevirmişler, bakmışlar olacak gibi değil, ‘çıktık açık alınla’ Cumhuriyet bayramında söylenmezse, büyükler köye kem gözle bakacaklar, köyün ağası emektar kemençeciyi çağırmış:

-Ula Hasan! Demiş, Vur oni kemençeye.

Hasan vurmuş ‘Onuncu yıl Marşı’nı kemençeye: ‘Çiktuk açık alinla on yilda on savaştan oy! On yilda on beş milyon genç yarattuk her yaştan’ Tam horon havasına uydurmuşlar marşı!”

Eminim ki 70 küsür yıl sonra köylüler filmleri seyrederken, “Koro”, “Özgürlük Rüzgârı” ve özellikle de ‘Pan’ın Labirenti’ni bu halet-i ruhiye içerisinde seyretmişlerdir.

TTSO’nun “koruma ve kollaması”nda vizyona sokulan “10 köy 10 film” etkinliği/festivali/şenliği’nin Avrupa Birliği Projeleri kapsamında organize edildiği, amacının da “kültürlerarası diyalog yılı kapsamında dostluğa ve barışa önayak olması” olduğu yetkililer tarafından ifade ediliyor. Bu şuurunda ve farkında olunmayan “genelleme söylemleri”ne itibar etmeye değmez.

TTSO yetkilileri, AB projeleri kapsamında ‘programlandırılan’ Trabzon’un köylüleriyle “diyalog ve iletişim”den önce kendilerini “terapi”ye özellikle de “kültür ve sanat terapisi”ne tabi tutsalar daha yararlı olur diye düşünüyorum. Bu terapide öncelikle temel bir klâsik olan Schiller’in “insanın estetik eğitimi üzerine bir dizi mektup” larını öneriyorum. Ayrıca “sanat pedagoji”sine ilişkin bir dizi periyodik eğitimden geçmelerini de öneriyorum. Çünkü anlaşılan odur ki bundan böyle TTSO artık Trabzon’un “ticaret ve sanayisi” ile değil de “kültür ve sanat”la uğraşacak (!)

Gelelim işin (TTSO yetkililerinin bile yabancısı olduğu, sadece pasif-edilgen bir nesne oldukları) en can alıcı tarafına.

Bu yazımızda “10 köy 10 film” etkinliğindeki “PAN’IN LABİRENTİ” filmine vurgu yaptığımızdan TTSO yetkililerine sormak istiyorum: “Kim bu PAN?” Milyonlarca film varken niçin “Pan’ın Labirenti?” Biz sorduk biz cevap verelim:

“PAN” mitolojide “Kır ve Çobanların Tanrısı”dır. Kırlarda dinlenenleri koruyan tanrıdır. Yarı keçi yarı insan şeklinde tasvir edilir. Eğlenmek için kırlarda yaz aylarında birdenbire beklenmedik bir şekilde gürültüler çıkararak aniden insanların karşısına çıkıp görüntüsüyle korkuttuğu için “Panik” kelimesi de kendisinden türemiştir. Ayrıca Pan, çoban kavalını çok sever. Müzikteki “panflüt” de kendisinin icadıdır.

Tam da “10 köy 10 film” festivali için gerek mekân, gerek zaman ve gerekse seyirciler açısından Trabzon’un özellikle seçildiği anlaşılıyor.

TTSO yetkililerinin bu ‘basit bilgiler’den haberleri varsa “Pan’ın Labirenti”nin Trabzon’un köylülerine gösterilmesinin de “özel bir anlamı” olsa gerek. Yani köylülerimize “mitolojik tanrı”ları hatırlatmalarının “özel” bir anlamı olsa gerek. Trabzon’un köylülerini “mitolojik tanrılar”ın isimleriyle buluşturma çabasının herhalde önemli bir izahı olması gerekir.

TTSO’nun “koruma ve kollamasında” gösterilen bu film/filmler bir kültürü aşılamak için (yerel gazetelerden öğrendiğimize göre) “coşkuyla” köylülerce izlendiğine göre TTSO’ya da “Kültür Çobanı” rolü düşüyor ve bu rolü başarı ile oynuyor. Bu mantıkla köylüler de koyunlar olsa gerek..

“10 köy 10 film” aracılığıyla Trabzon’un köylerinde bir “Yerel Toplum mühendisliği”ni de görmüş olduk. Başarılı oldu mu? Kimbilir. Alanında ilk deneme olduğu için bütünüyle sonuç alınamamış olunabilir.

Filmlerin gösterime(!) girmesi sırasında açıklama yapan yetkililerin “köylüler için heye can verici bir etkinlik oldu” şeklindeki “anketör” üslubundaki konuşması yanında bir yetkilinin de konuşmada köylülerimizi adeta “cahil” ve “gördüğünü anlamaz” yerine koyarak “kültür ve sanatın toplumların gelişiminde çok önemli birer ayraç olduğu, bunun için de özellikle çocukların filmi dikkatle izleyerek hayallerine ulaşmak için çaba harcamaları gerektiği”ni söylemesi de saf köylülerimize karşı yapılmış bir hakaret adeta.

Hele Trabzon’un Çalköy Belediye Başkanı’nın “Etkinliklerin köylerde gerçekleştirilmesinden büyük mutluluk duyması” ve devamla “Avrupa Birliği sürecindeki ülkemizde kültürel diyalog anlayışından yola çıkarak kırsal kesime kadar ulaşan sizleri kutluyoruz. Beldemizde sinema keyfini bize yaşattınız..” sözleri karşısında donup kalıyor ve “vah vah vah!” demekten ve “şifa dilemek”ten başka kelime bulamıyoruz.

Mitolojideki Çobanların Tanrısı Pan’la ve devamındaki filmlerle Trabzon’luları (hedef kitle olarak özellikle de köylüleri) mitolojik tanrılarla buluşturdukları için TTSO’yu tekrar kutluyoruz (!)

Yalnız bu tarz etkinliklerden önce kendileri herhangi bir “mitoloji tarihi” okusalar, köylülere “de mitoloji tarihi dersleri” verseler, seyrettirecekleri filmlerin en azından isimleri hakkında bilgi sahibi olurlar ve filmleri daha iyi seyrederler ve özümserler (!)

Mitolojik ateşi Trabzon’dan başlatan “organizatör”ler ve yerli “partner”i TTSO doğrusu Trabzon gibi önemli ve yerinde bir hedef seçtiler. Ancak şunu hatırlatmakta yarar var: Cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte 1950’lere kadar devlet yöneticileri de Olimpos Ateşi’ni Anadolu dağlarında yakmaya çalıştılar. Ama ne enteresandır ki o ateşi yakanlar Anadolu’nun köylerine Pan’ın Labirenti’ni götürmemişlerdi. Onu akıl edememişlerdi. TTSO böyle büyük bir projeksiyona öncü olmakla Trabzon Ticaret Sanayi Tarihinde görülmemiş büyük bir başarı kazandı.

Bize düşmez ama TTSO, Avrupa Birliği’nden “proje karşılığı” aldığı yardımları “köylerde şenlik malzemesi”ne kurban edeceğine, köylüleri “Pan’ın Labirenti”ne sokacağına meselâ köylülere “arıcılık kursları”, “organik tarım, gübre kullanımı, vs. vs.” , ve “alternatif tarım” gibi organizasyonlar düzenleselerdi daha verimli olurdu diye düşünüyorum.

TTSO yetkililerine bu kez bir olayı hatırlatarak yazımızı bitirelim:

Osmanlı’nın son Dışişleri Bakanlarından Keçecizade Fuat Paşa Osmanlı delegasyonuyla Fransa’da Uluslararası bir toplantıya katılır. Konuşma sırası Osmanlı delegasyonu sözcüsü sıfatıyla kendisine gelmiştir. Kürsüye çıkar, ateşli bir konuşma yapar. Her cümlesinin sonunda Fransız, İngiliz, İtalyan delegasyonu kendisini müthiş bir şekilde ayağa kalkarak alkışlar. Osmanlı delegasyonu ise suratları asık, hiddetli bir şekilde kendisini dinlemektedirler. Konuşmasının sonuna doğru kürsüden durumu fark eden Keçecizade kendi kendine mırıldanır: “Yahu biz bir halt işledik ama ne halt işledik bilemiyorum. Yoksa bu adamlar bizi boş yere alkışlamaz!”

Anlamak isteyenlere sunulur !

Âh Trabzon ! “Ne efsunkâr imişsin”. Köylerine, dağlarına kadar her karen, her hücren halâ cazibeli, halâ çekici. Bunun herkes farkında. Bir de “yerli olduklarını zannedenler” farkında olsa !

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder