22 Haziran 2009 Pazartesi

MEDENİYET RÜYALARININ GÖRÜLDÜĞÜ ŞEHRE DAİR BİRKAÇ NOT...


Yahya DÜZENLİ, 30 Temmuz 2008

Gazetedeki ilk yazımda Trabzon için “sanki bütün hayatım burada geçti” şeklinde bir ifade kullanmıştım. Bugüne kadar bu köşede yazdığım yazıların bu ifademin “hayatımın burada geçmesi gerekiyor” sorumluluğuna kısmen de olsa cevap/karşılık niteliğinde olmasını ümid ederek, ve de Trabzon’a dair hayallerimi çok fazla tahrik etmeden, bu coğrafyanın insanı nasıl “teshir ettiği”, büyülediği üzerine “tatlı su genellemeleri” yapmadan, coğrafyanın yeşiline, deryasının mavisine ‘saplanıp kalmadan’, “şehir” kimliğiyle Trabzon’un ne olduğu, ne olmadığı, ne olması gerektiğine vurgu yapmaya çalışıyoruz.

Kadîm zamanlardan beri Trabzon’da bir şey var. Ne kadar ifade edilirse edilsin, gene de ‘ifade edilemeyen’ bir şey var. Yağmuru, insanı, hiddeti, muhabbeti, emeği, vefayı, gurbeti, hüznü, vs. vs. üzerine çeken bir şey… Bu “şey” her ne ise, dünyanın da bütün zamanlar boyunca ilgisini çekiyor ve çekmeye de devam ediyor.

Önce “otokton-ilk yerliler”inden başlayarak günümüze kadar bir ‘mıknatıs’ çekiciliği var Trabzon’da… Coğrafyası insana “şahsiyet ve duruş” ihtar ederken: tarihi ‘sorumluluk’ icbar ediyor..

Böyledir… Medeniyet şehirleri, İmparatorluk şehirleri medeniyetlerin ruhunu taşır ve şehre yansıtır. O ruhu muhafaza eder, geliştirir ve taşır… Osmanlı’nın “İmparatorluk şehri” olmak ciddi bir ‘test’ten geçmiş olmanın bir sonucudur. Çünkü “şehzadeler”, yâni “devlet-i ebed müddet”in emanetçisi geleceğin Pâdişâhı o şehre emanettir. O şehrin disiplininden geçecektir. O şehirde yetişecektir. O şehirle “hemşehr” olacaktır.

“Gen”lerine o şehrin “DNA”sı yerleşecektir. O şehirdeki hayalleri, rüyaları imparatorluğun “vizyonu” olacaktır. Ve de olmuştur. Yavuz’un, Kanunî’nin emanet edildiği, ayak bastığı bir şehir imparatorluk rüyalarının görüldüğü şehirdir. Onların Trabzon’da gördüğü imparatorluk rüyaları, insanlığa “yaşanmaya değer bir dünya coğrafyası” kazandırmıştır. Bu coğrafyanın nasıl bir ‘tarihi yaşattığı’nı ‘bilenler bilir’.

İmparatorluğun yükünü taşıyanlar, sıradan bir şehre emanet edilemez.. Edilmemiştir… Ayrıca şehzâdelerle birlikte o şehre imparatorluğun manasını/muhtevasını taşımış “âkil”lerin, “bilge”lerin, “ulema”nın, “sulehâ”nın “ümera”nın, vs. vs. yer aldığı, bulunduğu-buluştuğu şehir… Tahayyül edin… Şehrin insanlarda “huşu uyandıran” bir sırrı var..

Trabzon dün insanların, kültürlerin, inançların kendisine bakmaktan ‘kamaştığı’ bir tarihî metropoldü. Ve bu metropolün sorumluları insanın şehirdeki konumu ve sorumluluğunun bilincini taşıyorlardı. Bugün ise kozmopolit bir kente dönüşen ve tarihsel konumunu terk eden Trabzon, bu kozmopolit kent kültürünün oluşturduğu çoğu anlamsız ‘iştigal’lerle uğraşıyor.

Bir de şimdiki Trabzon’u ve Trabzon’un “âyân”, “eşraf” ve yöneticilerini düşünün… Şehre gelen Vali’den şehirde seçilen Belediye Başkanı’na, Şehrin çıkardığı “vekil”lerden şehrin imar-inşa ve kültüründen sorumlu “memur”larına baktığınızda, imparatorluk mirasçısı-bakiyesi bir şehre ne kadar lâyıktırlar? Bu şehri taşıyabilecek “ruh ve fikir kasları”na sahip midirler?

Kendilerine “emanet edilmiş” bir şehrin idrakinde midirler? Böyle bir mes’uliyet hissi taşıyorlar mı?

Cevabının içerisinde “mündemiç” olduğu biçimiyle sadece soruyoruz.

Nostalji yapmıyoruz. Nostaljiye sığınmıyoruz.

Peki ne demek istiyoruz?

Trabzon’da “taşıması gereken yük”ün farkında olanlar var mıdır? sorusuna muhataplar arıyoruz.

Şehre; tarihsel rolü ve günümüzde olması gereken rolüyle örtüşmeyen, kısa sürede ‘doku uyuşmazlığı’ ortaya çıkacak olan ‘eklektik’ doku ve muhtevalar yüklemeye kalkmak, şehrin ayaklarını varislerle tıkamak demektir. Şehri yürüyemez hale getirmektir. Bu konuda Mumford ‘megapolisin kaderi’nde şöyle der: “metropol miti içinde yaşayanlar, onun kanserli tümörlerini büyümenin normal görünümleri olarak görenler, yara lapası, merhem, reklam efsunu, halkla ilişkiler büyüsü uygulayacak ve uydurma mekanik çarelere başvuracak; tâ ki hasta onların görmeyen gözleri önünde can verene kadar. Son yüzyıl içinde özellikle de bu son nesil boyunca kent reformu ve iyileştirmesinde büyük oranda bu tür yöntemler kullanılmış, hala devasını arayan aynı amaçsız yoğunlaşma ve organik yapısızlaşma yüzeysel olarak yeni biçimler altında sürdürülmüştür”

Trabzon’a bu yönüyle baktığımızda, giderek Mumford’un bahsettiği ‘kanserli tümörleri büyüme olarak gören’ bir anlayışın hakim olmaya başladığına şahit oluyoruz.

Trabzon bugün konuştuklarına, sahiplendiklerine, yapıp-eylediklerine sığmayan bir doku ve muhtevaya sahip. Ancak bu muhteva ‘farkında olan’lar ve ‘benimseyenler’le kendisini hareketli kılacaktır. Yoksa; 15. Luis’nin çocukluğu sırasında, kral naibi için söylenen şu sözde olduğu gibi hayatını ‘bitkisel’ olarak sürdürecektir. 15. Luis’nin babası Kral adayını emanet ettiği mürebbiyesine, ‘yeteneklerinin krallığı idare edecek seviyede olup olmadığını, yönetim, askerlik, vs. konularında eğitiminin nasıl gittiği”ni sorar. Aldığı cevap: “Bütün yetenekleri var, yalnız tek bir yeteneği eksik. Bütün bu yeteneklerini kullanma yeteneği yok!”

Trabzon; varolan kaynakları, imkanları ve misyonuyla “büyük düşünerek” bunları taşıyacakları ortaya çıkaramazsa şehrin talihinin trajediye dönüşeceği bir kulvara girmesi kaçınılmazdır.

Prestijli geçmişin gölgesi henüz Trabzon’un üzerindedir.Trabzon, bir medeniyet şehri olarak bir zamanlar kendisinin “yetiştirdikleri”yle gerçekleştirdiği “imparatorluk rüyaları”nı bugünkü yüzü ve imkanlarıyla gerçekleştirecek potansiyelere sahiptir.

Görülmesi, anlaşılması, yoğunlaşılması gereken budur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder